FATMA ABLANIN GÜLLERİ
Mahallemizde kurulan semt pazarına gidip ev için gerekli birkaç ıvır zıvır aldım.
Hava da giderek soğuyor. Bundan sonra yaz aylarında yetişen meyve sebzeyi bulmak zor olur. Artık kış mevsiminin ürünleri gelecek sofralara.
Tekirdağ’da kurulan semt pazarları benim en fazla uğradığım yerlerin başında geliyor.
Aslında sosyalleşmek için gidecek fazla bir yer de yok.
Sahilde yürü, kentin tek AVM’sinde mağazaları dolaş, canın çekerse bir şeyler ye. O kadar.
Benim gibi dere tepe gezmeyi sevenler için uzaklarda dağlar var ama ne yolunu biliyorum ne de dolaşacak yerlerini.
Zaten daha önce yaşadığım Muğla ve Edremit’te kırsal alanlarda dolaşalım diye başımıza gelmeyen kalmadı. Artık tırsıyorum. Karşıma ayı çıkar, çakal çıkar… Neme lazım… Bu yaştan sonra başıma iş açmak istemiyorum.
Büyük oğlum da benim gibi gezmeyi seven biri. Bazen sohbet ederken şaka yollu uyarıyorum “Dikkat et ıssız yerlerde dolaşma, ayı mayı çıkar karşına” diye.
Benim uyarım onu güldürüyor. “Sen böyle diye diye bir gün gerçekten çıkacak baba” diyor.
Belli olmaz. Muğla’da gece vakti arabayla giderken yola fırlayan domuz sürüleri gördüm. Her biri dana gibiydi. Çarpacak olsan duvara çarpmış gibi olursun.
Burada da bazen doğayla başbaşa olmak için köyleri dolaşıyorum. Fakat pek arabadan inmiyorum.
Yazın fotoğraf çekmek için günebakan tarlasının kenarına kadar yürüdüm, az daha koca bir yılanın üzerine basıyordum. Hareket etmese basmıştım.
Gördüğüm kadarıyla köylerin eski canlılığı kalmamış.
Geçen hafta yakındaki bir köye uğradık. Merak ediyordum nasıl bir yer diye. Çünkü semt pazarında satılan hangi meyve sebzeyi sorsam orada yetiştiği söyleniyordu.
Köyü bir uçtan bir uca geçtik. Meydanını, sokaklarını gezdik. Aklımda kalan yalnızca ıssız ve her şeyin bir yerde olduğu sokaklar, evler ve kahvehane önünde oturan birkaç kişi oldu. Diğer köylerimizden farklı bir şey göremedim.
Az da olsa köylerimizde yaşayan insanlar var. Fakat ıssızlık, sessizlik ve hareketsizlik insanda terk edilmiş duygusu uyandırıyor.
Modern görünümlü, yol ve kaldırımların düzgün, bahçelerin bağların bakımlı, çocukların sokaklarda parklarda oynadığı, büyüklerin işleriyle meşgul olduğu köyler hayal ediyorum bazen. Bu düşünceler içinde gidip görmek istiyorum oraları ve tam bir hayal kırıklığı içinde geri dönüyorum.
Sanırım kırsaldan kentlere göçün bir sonucu bu.
Köylerimiz ilgisiz ve bakımsız kaldı.
Benim memlekette de babadan kalma birkaç bağ bahçe, zeytinlik var. Kimsenin ilgilendiği yok. Abilerim “Satalım gitsin. Biz ölünce tamamen sahipsiz kalacak. Çocuklar buraların yolunu bile bilmiyor” diyor. Ben bile beş altı yıldır doğduğum, gençliğimin geçtiği o yerlere uğramış değilim.
Hayat koşulları insanları birbirinden koparıyor. Ne toprağımıza ne de birbirimize ilgi gösterebiliyoruz.
Pazar yerinden eve dönerken bir apartmanın bahçesinden yola sarkmış bir gül ağacının dalındaki beyaz gülü gördüm. Dikeni batmasın diye sapını dikkatlice tutup gülü orta yerinden kokladım. Doğal, insanın beyninin derinliklerine kadar etki eden bir kokusu vardı. Birkaç kez içime çektim. O koku beni çocukluğuma götürdü.
Bizim köyde gül ağacı yalnızca Bahattin amcanın bahçesinde vardı. Eşinin adı Fatma’ydı. Fatma abla güllerine kimseyi dokundurtmazdı. Bazen gizlice bahçeye girer birkaç gül koparıp kaçardık.
Yıllar geçti. Köyde yaşayanlar şehre taşındı. Bağ bahçe ıssız kaldı. İnsanlar köye yalnızca gezmek için gider oldu.
Bakımsız kalsa da meyve vermeyi sürdüren ağaçlardan elma armut incir yiyip, üzüm topladılar.
Fatma ablanın gül ağaçları ise inadına büyüdü gürleşti. Sanki “gelin beni koparın” diyen güller açtı.
Güllerin kokusu aynıydı… Fakat insanların hayatı değişmişti…
Trakya Demokrat Gazetesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.