Dolar 34,2398
Euro 37,6309
Altın 2.920,13
BİST 9.109,34
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Tekirdağ 24°C
Parçalı Bulutlu
Tekirdağ
24°C
Parçalı Bulutlu
Pts 24°C
Sal 26°C
Çar 26°C
Per 26°C

Hayatımızdaki heyelan!

24 Haziran 2024 10:19

Elimize aldığımız bir avuç tuzla birlikte, erik ya da badem ağacına çıkar, ağırlığımızı taşıyacak bir dala oturup, ayaklarımızı sarkıtırdık. Sonra gözümüze kestirdiğimiz eriği veya badem çağlasını koparıp, tuza banarak yerdik.

Ama öyle böyle bir yeme değil. Avucumuzdaki tuz tükenip de ağaçtan inme vakti geldiğinde dişlerimiz kamaşmış olurdu. Su içerken erik ve çağlanın ekşisinden kamaşan dişlerimiz sızlardı.

Havalar iyice ısınıp, incirler olgunlaşınca, incir ağacının en tepesindeki meyvesine gözümüzü dikerdik. Eğer kuşlardan kendini koruyabilmiş ve çürümemişse, ne pahasına olursa alıp, alıp yemeye çalışırdık. Alt dallara ulaşmak kolaydı da, yukarılara çıkmak beceri ve cesaret isterdi.

Ortası boş, gevrek dalları olan incir ağacından düşenin iflah olmayacağını söylerdi büyüklerimiz. Gerçekten de öyleydi. Kaygan ve kırılgan dallara sağlam basmayınca olgun armut gibi ağacın dibine düşmek kaçınılmaz bir olaydı.

Bu yüzden de en büyük, en olgun inciri koparmak için uzun ağaç dallarından özel aparatlar yapardık. Fakat ne yaparsak yapalım ele geçiremediğimiz inciri son çare olarak ağacı sallayarak ya da sapanla vurarak düşürmeye çalışırdık. O zaman da, düşen incirin sağlam kalması bir mucize olurdu.

Ceviz ve bademler olgunlaşıp, dalında iyice kuruyunca aile büyükleri uzun sopalarla dalları çırpar, biz de yere düşenleri tek tek toplardık. Ağaçların en üst kısımlarında kalan ve bir türlü düşürülemeyen ceviz ve bademleri sapanla vurup, düşürmek de bizim görevimizdi. Ama bunu toplama işi bitip, herkes gittikten sonra yapardık. Emeğimizin ve çabamızın karşılığı bizim kısmetimizdi. Afiyetle yerdik.

Bahçemizde elma da vardı, kaysı da, kiraz da vardı, armut da. Şekerpare ve armuda olgunlaşana kadar elimizi sürmezdik. Çünkü tadına varmak için tam zamanında dalından koparmak gerekiyordu. Kiraz ağacımız fazla değildi. Ama iyi meyve verirdi. Bazıları dallarda, bazıları ise ana gövdede oluşan kirazları tek tek toplar, her kopardığımızı ağzımıza atardık.

Ailemiz kalabalıktı. Genelde sebze ve meyveyi kendimiz tüketmek için üretirdik. Domatesi, salatalığı, patlıcanı, kabağı hep köyümüzün verimli topraklarında yetiştirirdik. Ve lezzetine doyamadığımız yiyeceklerle beslenirdik.

Ekmeğimizi de kendi tarlamızdan hasat edilen buğdayla yapardık. Odun ateşinde pişen sımsıcak yufkalar ve içine zeytin ya da lor koyulan saç böreklerini yemeye doyum olmazdı.

Hayat zordu. Özellikle kış ayları sıkıntılı geçerdi. Dağların tepelerinden kar eksik olmazdı. Yağmur ise günlerce yağardı. Yağmur durup da, gökkuşağı çıkınca, ağaç dallarındaki damlalar güneş ışığında billur gibi parlardı. Tepelerden gelen derelerin şırıltısı, kuşların cıvıltısına karışırdı.

Köyde yaşardık ama gözümüz şehirdeydi. En çok da annem kurtulmak isterdi. Yazın tozundan, kışın çamurundan. Çünkü evin yükünün en ağırı onun omuzlarındaydı.

Yaz ayları annem ve babam için tatil yapma, gezip tozma değil, kışın kullanılacak kuru gıda ve diğer ihtiyaç maddelerini yapma mevsimiydi. Salçası, bakliyatı, kuru meyveleri, yağı, buğdayı ve odunu…

Her yıl aynı şeyler tekrarlanırdı. Eker, biçer, yetiştirir, üretirdik. Kimseye de muhtaç değildik. Biz bize yetiyorduk.

Sonra hayatımız aniden değişiverdi. Evlerimizin bulunduğu yerde heyelan oldu. Ve köyümüzü insanlarıyla birlikte alıp, başka yere taşıdılar.

Aslında heyelan toprakta değil, bizim hayatımızda olmuştu. Her şeyimizle köyden şehre kaydık. Bir yığın gibi, bir toprak kütlesi gibi, hesapsız ve hazırlıksız bir şekilde.

Ekmeğimiz fırından, yiyeceklerimiz bakkaldan, manavdan gelmeye başladı.

Olgunlaşmadan dalından koparıp yediğimiz erik gibi, çağla gibi ekşiydi hayat. Yedikçe daha çok canımız çekti, tuzun tadını aldıkça daha çok yedik. Bu sefer dişlerimiz değil, gözlerimiz kamaştı. Yürüdük gittik bilmediğimiz yollarda, toprak kokusuna hasret.

 


Trakya Demokrat Gazetesi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
3 Ekim 2024 10:51
30 Eylül 2024 11:50
Haberler