TEKİRDAĞ’IN KURTULUŞU: KEMAL PAŞA’NIN YEMİNİ
Türk; tarih boyunca nice devlet kurmuş, bu devletler yıkılsa da ardından kurulan devletin sancağında milletini bir araya toplamıştır. (Bugün Türkler, coğrafya itibariyle bir arada olamasalar da bu Türk’ün tekrar bir araya gelmeyeceği anlamına gelmez.)
Vatan şairi Namık Kemal’in “Cihân-girâne bir devlet çıkardık bir aşîretden” diyerek tarif ettiği, yedi düvele hükmeden Osmanlı İmparatorluğu, 1699’dan itibaren küçülmeye başlar. 220 yıl sonra o noktaya gelir ki koca Osmanlı Anadolu’da sıkışmış kalmıştır. Balkanlar gitmiş, doğudaki topraklar gitmiş… Osmanlı’nın girdiği 1.Dünya Savaşı’ndan mağlup olması sonucu tüm Batılı devletler yönünü Osmanlı’ya çevirir. Düne değin Osmanlı padişahının kapısında aylarca elçilerinin beklediği devletler dahi Osmanlı’ya göz dikmişlerdir. Topraklar paylaşılır; akılları sıra kendi himayelerinde bir kasaba gibi ortada bırakacaklardır Türk devletini, esir edeceklerdir Türk milletini…
Savaşın ardından 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanır. 13 Kasım 1918’de payitaht, başkent İstanbul işgal edilir. Sözde ateşkes antlaşması gereğince Türk ordusu terhis edilir, silahlarına el konur. Teslimiyet anlaşmasıdır bir bakıma. Mondros’u, Sevr’i kabullenen irade teslim olmuştur ama bunu kabul etmeyenler de vardır. Türk’e esareti yakıştıramayanlar, yediremeyenler…
Bunlardan biri Mustafa Kemal Paşa’dır. Kemal Paşa, sözde işgalcilere karşı isyanları bastırmakiçin Samsun’a gider. Bu büyük bir mücadelenin ilk adımıdır. Âdeta Ergenekon’un ilk adımıdır.
***
20 Temmuz 1920 günü Tekirdağ Yunan askerlerince işgal edilir. O yıllarda küçük bir çocuk olan Hikmet Çevik, o günden bahsederken“Ufukta harp gemileri görülmüştü” diye anlatır. Ve ekler: “Deniz beyaz ve durgundu. Gün doğumunun kızıllıkları henüz kaybolmuştu. Hava ılıktı. Yaprak bile oynamıyordu.” İşte öylesi bir günde düşman gemilerinin topları menzile yaklaşınca şehri bombalamaya başlarlar.
Yunan askerinin karaya çıkmasının ardından Hükümet Konağı’na Yunan bayrağı çekilir. 13 Kasım 1922’ye kadar 843 gün Tekirdağlılar, ay yıldızlı al bayrağa hasret bir şekilde Yunan bayrağının dalgaları esaretinde teneffüs ederler Tekirdağ’ı.
Kemal Paşa adı ve kalpak, işgal ve direniş günlerinde tüm Anadolu’da bir kahramanlık adı ve nişanesi olduğu gibi Trakya’da, Tekirdağ’da da aynı havayı yaratmış. Âdeta kurtarıcının adı ve kurtuluşun simgesi gibi… Hikmet Çevik diyor ki, “Bazan Kemal geliyor diye bir haber çıkar, herkes evlerine kaçar, caddelerde, dükkânlarda kimse kalmazdı. (…) İzmir’e girdiğimizi sonradan öğrendiğimiz bir gün fesleri yırttılar, çiğnediler. Ondan sonra herkes kalpak giydi.”
Hikmet Çevik Rum ve Çerkes çetelerinin işgal yıllarında, Tekirdağlılara yaptığı işkenceyi de anlatır eserinde. Öyle ki, karanlık bastığında Rumlar bile dışarı çıkmaya korkarlarmış. Bir Rum’dan daha bahseder Hikmet Çevik, Rum Yani’den. Yani, işgalci Rumlar gibi veya onlardan taraf değildir. Aslen Afyonludur ve o günlerde doktorun emir erliğini yapmaktadır:
“Bizi yalnız Yani avutuyordu. Asker elbisesi, zayıf ve esmer yüzü, kara gözleri ile gözümün önüne geliyor. Subaylarını ve Yunan askerlerini sevmezdi. Yani’nin neden böyle olduğuna şaşardım. Türk çocuklarını başına toplar, bahçede
“Ankara’da için için
Hep ağlıyor İzmir için
Kemal Paşa yemin etti
Atina’yı almak için”
Şarkısını söylerdi. Bu şarkıyı önce ondan öğrenmiştik. Babam, “Yani,başımıza bir felaket getireceksin” diye söylememesi için zorlar. O, “Korkmayın, duyurmam. Kemal Paşa Atina’yı alacaktır” derdi. Yani Afyonlu idi. Bir ağanın yanında büyümüştü Nankör değildi. Bu korkunç akşamda bizi teselli eden yine Yani oldu.”
Yani haklı çıkar. Kemal Paşa zaferi kazanır ve Tekirdağ düşman işgalinden kurtulur. Bu gerçekten de Kemal Paşa’nın yeminidir. Anadolu’nun, Trakya’nın, Tekirdağ’ın düşmandan kurtuluşu… Türk’ün istiklali!
Aslında, Yani bir bakıma Osmanlı’nın bir yansımasıdır. Osmanlı’nın çok uluslu yapısındaki milletlerden birine mensup olan Yani her şeye rağmen komşularını hançerlememiş, onları satmamış. Ekmeğini yediği, havasını soluduğu bu topraklara, bu toprakların insanına hainlik etmemiş. Oysa istese o dönemin şartlarında, bu Osmanlı’nın ekmeğini yiyip Osmanlı’yı hançerleyen diğerleri gibi yapabilirdi. Ama demek ki Yani, bir Rum’dan önce bir Osmanlı imiş. Osmanlı’daki Osmanlılık, bugünkü Türkiye’deki Türk milleti gibidir. Bir kandan, ırktan ziyade aynı topraklarda bir arada yaşayan insanları tanımlar. Bir ırkın değil bir bilincin tanımıdır. Bugün Türk milleti ifadesinden rahatsız olduklarını dile getirenlerin amacı Osmanlı’daki ayrılıkçılardan farksızdır.
11 Ekim 1922’de Mudanya Ateşkes Antlaşması da ilan edilince işgalci Yunan askerlerinin Tekirdağ’ı terk etmesi gerekiyordu. Lakin Yunan zulmü öyleydi ki sırf bu zulmü önlemek adına İtilaf Devletleri adına İngiliz ve İtalyan askerleri gelmişti. Rumlar Tekirdağ’ı kül halinde bırakmak niyetindeydiler. Hikmet Çevik, Yunanlıların Tekirdağ’ı terk edişini ve Türk askerinin şehre girişini şöyle anlatır:
“(…) Evlerde gizlice her boyda Türk bayrakları dikilip hazırlanıyordu. Nihayet 10 Kasım 1922 gününden itibaren Yunanlılar vapurlarla, arabalarla gitmeğe başladılar. Üç gün içinde bir tane Rum kalmamıştı. İşgalin aksine gayet soğuk, rüzgârlı bir gündü. Ağaçlar kökünden sökülecekmiş gibi sallanıyordu. Deniz beyaz köpükler saçarak göklere yükseliyordu. İlk Türk askerinin vapurdan çıkarak belediyeye geleceğini duymuştum. Belediyenin önünde idim. Türk subayı olduğu birdenbire yayılan yeşil elbiseli, yakası ve kalpağı kırmızı işaretli, boylu boslu esmer bir askerin zinde vücudu ve çevik adımları ile alkışlar, coşkunluklar arasında belediyeye girdiğini gördüm. Sonra iskeleye gittim. Büyük bir vapur dalgaların arasında çalkalanıyordu. Hiçbir kayık sahilden uzaklaşmıyor ve bir tek asker karaya çıkamıyordu. Gelenler Türk jandarmaları idi. Sonradan öğrendiğime göre asıl Türk askeri Muratlı yolundan gelip halkın sevinç yaşları, kurbanları, yaşa sesleri arasında törenle şehre girmişti. Analar Mehmetçikleri bağırlarına basmışlardı. Hükümet Konağı’na bayrağımız çekilmişti. Yıllarca hasretini çektiğim bayrağımın kızıl rengini, vakur dalgalanışını göz yaşlarım arasında seyrediyordum.”
Düne kadar Osmanlı’nın himayesinde nefes alan Yunanlılar, İngilizlerin aklıyla bir Temmuz günü işgal ettikleri Tekirdağ’ı bir Kasım günü terk ederler. Zira 30 Ağustos’ta Büyük Zafer kazanılmış ve ordu 10 günde İzmir’e yürümüştür. İngiltere “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” olarak anılır zaman zaman. Ancak güneş artık Türk’ün üzerine doğacaktır. İngiltere ve onun aklıyla bu topraklara gelenler de arkalarına bakmadan, ayakları arkalarına vura vura “geldikleri gibi gideceklerdir”. Karanlık esaret günlerinin ardından Türk’ün zafer ve hürriyet günleri yeniden başlar.
***
Yine Tekirdağ’ın kurtuluşunu ve Türk askerinin şehre girişini Mehmet Serez, eserinde şöyle anlatır:
“Kurtuluşu gerçekleşen kasabalarda emniyet görevini jandarma birlikleri, mülki görevleri kaymakam, nahiye müdürü, vali veya vekili, nüfus memuru, iskân memuru, mal memuru veya defterdar ile gümrük varsa gümrük memuru vs. yükleniyordu.13 Kasım 1922 günü sabah namazı vakti Tekirdağ’ına devir teslim töreni için bir araba hazırlanmış ve Tümen Komutanı Salih (Omurtak), Jandarma Müfettişi Cemil Cahit Bey (Orgeneral Cemil Cahit Toydemir), Trakya Paşaeli Cemiyeti Temsilcisi Şakir (Yorulmaz) Bey -o zaman üsteğmendi-, Tekirdağ Paşaeli Cemiyeti temsilcisi Av. Hüseyin Rahmi Bey (Rahmi Ertin) Tekirdağ’ına doğru yola çıkmışlardı. Üçgün önce iseYunanlılar, Ermeniler ve yerli Rumlar 10 Kasım’dan itibaren Tekirdağ’ını terk etmeye başlamışlardı. Bunlardan bir kısmı trenle Muratlı üzerinden, bir kısmı arabayla Malkara, Keşan istikametinden, bir kısmı ise demir iskeleye yanaşan gemilere eşyalarını alıp gidiyorlardı. Kara yolu ile gidenler, Türklerden bazı arabalar ve hayvanat gaspetmişlerdi.Yerli Türk gençlerinden kurulu düzensiz çetelerde bunları geri almaya çalışıyorlardı. Yunanlıların işledikleri suç sayısını azaltmak için İngiliz ve İtalyanlar beraberce devriye geziyorlardı. 12 Kasım gecesi yerli milislerden Paşa Halid’in Osman, Ermeni ve Rumların çoğunlukta bulunduğu PeştemalcıCaddesi köşe kahvesine bir Türk bayrağı asmış ve halkın galeyanına sebep olmuştu. İngilizlerin ısrarına rağmen Paşa Halid’in Osman bayrağımızı indirmiyordu. İngilizler, Osman’ı müftüye şikâyet ettiler. Müftü Peştemalcı’ya geldi:
-“Oğlum Osman, heyecanını anlıyorum. Bak kurtuluşumuza bir akşam kaldı.Rica ediyorum, sabırlı ol evladım”, diyerek rica minnet bayrağı indirdi. İngilizler uzaklaşınca, daha evvel hiçbir Türk’ün giremediği bu mahalleye ilk olarak bayrağımız girmiş oldu.
Kasabada mülki idareyi tesis edecek zevat başka vasıtalarla gelmişlerdi.
Tekirdağ içinden ve köylerinden gelen vatandaşlarımız sabahın erken saatlerinde Muratlı Caddesi üzerindeki Namazgâh’a doğru çıkıyorlardı. (Namazgâh, hâlen İmam Hatip Lisesi ve Polis lojmanlarının bulunduğu sahadır). Muratlı Caddesi’nde bugün şehitlik merdivenleri olan yerde Zafer takları kurulmuştu. Tak çiçeklerle süslenmişti. Kat kat davullar klarnetler çalıyor, halk kurtarıcılarını bekliyordu.Kasabanınher tarafı Türk bayraklarıyla donatılmıştı. Hava soğuk ve rüzgârlı idi. Topluluk mevcudu 5000 kişiyi geçmişti. Bando ve mızıka takımı zafer marşları çalıyordu. Tak-ı zaferin arkasında bir fayton içinde siyahlar giyinmiş ve yüzü örtülü bir küçük Türk kızı vardı.
Derken silah sesleri duyulmaya başladı. Temsili Türk birlikleri Donlu Dere’den geliyor ve Yunan askerlerini teslim alıyorlardı. Bu sembolik savaş sahnesinden sonra kurtarıcı asker, İstanbul’dan gelen heyetle beraber zafer takı önüne geldiler.
Kalabalık arasından bir ses yükseldi:“Geliyorlar…”
Salih Omurtak ve arkadaşları otomobillerinden indiler, kurdele ve kurbanlar kesildi. Salih Omurtak, “Tekirdağlılar, geçmiş olsun!” diyerek, sulh kızının siyah örtüsünü kaldırdı. Bando mızıka takımı,
Ankara’nın taşına bak,
Gözlerimin yaşına bak
Yunan Türklere köle oldu,
Şu feleğin işine bak
Ankara için için
Hep ağlıyor İzmir için
Kemal Paşa yemin etti,
Atina’yı almak için…
Şarkısını binlerce Tekirdağlı’nın eşliğinde söylerken, Salih Omurtak, Cemil Cahit Bey ve arkadaşları önde, askerler ve mülki erkan arkada onları takip eden Tekirdağ okulları ve halk konvoyu korteje eşlik ediyorlardı. Topluluk hükümet önüne geldi. Jandarma Yüzbaşı Arif Bey, Türk bayrağını çekerken iki yıl üç ay yirmi dört gün süren Yunan esareti sona ermişti.
Askerî birliklerin bir kısmı da aynı saatlerde demir iskeleye yanaşan bir gemiyle geldiler, burada merasimle karşılanan birliklerin kumandanı Karayağız jandarma yüzbaşısı Nihat Bey, Tekirdağ belediye binasına Türk bayrağını çekti. Kurtuluş gecesi fener alayları düzenlendi.”
Hikmet Çevik ve Mehmet Serez… Tekirdağ tarihi ve tarihçiliğinin iki büyük ismi. Onlar olmasaydı Tekirdağ tarihi ile ilgili bu kadar düzenli bilgiye bu kadar hızlı bir şekilde ulaşamayacaktık. Her ikisine de rahmet olsun.
Ve Tekirdağ’da Kasım başkadır. 29 Ereğli’de Marmaraereğlisi, 30 Ekim’de Çerkezköy ve Saray, 1 Kasım’da Çorlu, 2 Kasım’da Muratlı, 13 Kasım’da Tekirdağ (Merkez), 14 Kasım’da Hayrabolu ve Malkara, 17 Kasım’da Şarköy düşman işgalinden kurtulur. Ah bir de Kasım’ın 10’u olmasa…
Ve onlar, Doğu Trakya Davasına hizmet edenler: Avukat Hoca Hilmi Efendi (Cumalı), Dava Vekili Mehmed Adil Bey, Zekeriya Zihni Bey, Salim Paşa, Hoca Esad Efendi, Müftü Osman Nuri Efendi, Hüseyin Rahmi Ertin, Cemil Uybadın, Faik Ali Öztrak, Rahmi Apak, Şakir Kesebir, Ziya Ersin Cezzaroğlu, Kani Demirören, Ağıl Köylü Ahmet Bey, Nevrekoplu Celal Bey, Ethem Ruhi Balkan, Halis Bey, Mehmet Şeref Bey, Nuri Nişancı, Orgeneral Abdurrahman N. Gürman, Salih Omurtak, Galip Tüten.
Yunan işgali sırasında şehit düşen vatandaşlarımız için bir anıt dikilmiştir. Anıt, Tekirdağ merkezde, Süleymanpaşa’daÇınarlızade İbrahim Paşa Caddesi’nde bulunmaktadır. Anıtın kitabesinde şu satırlar yer almaktadır:
“Burada 20 Temmuz 1920 sabahı Yunan çıkartmasında şehit düşen kahraman erlerimiz yatmaktadır.”
***
Zafer’den, Kurtuluş’tan ve Cumhuriyet’in ilanından sonra Tekirdağ Milletvekilliği yapan Yahya Kemal Beyatlı; 1940 yılında Ahmet Emin Yalman’a Namık Kemal’in doğumunun 100.yılı münasebetiyle verdiği mülakatta, Tekirdağ’a gelişinde, bugün Süleymanpaşa Belediye binası olarak hizmet veren tarihî belediye binasının penceresinden Namık Kemal’in doğduğu eve bakarken hissettiklerini şöyle dile getiriyor:
“Namık Kemal, Tekirdağ’da doğdu ve Gelibolu’da toprağa gömüldü. Kâinata bakışı o sahilin adresindendir. Bazı şahsiyetler, hayata, vatana ve tarihe, bütün ömürlerinde doğdukları toprağın dairesinden bakarlar. Bir milletin büyük işler gördüğü devirler, o maceraların geçtiği iklime ebedî bir rüya gibi nakşolunuyor. Trakya’da dolaşan bir Türk 1350 ile 1400 arasında Türklüğün yaşamış olduğu o destanları, o kahramanlık havasını, o şan ve şeref velvelesini her küçük şehirde, her ovada, her yolda mutlaka hissediyor. Şimdi o mübarek iklimde vatanın müdafaasını deruhte ederek (koruyarak) bekleyen mübarek ordumuzun ne sağlam bir tarih havası teneffüs ettiğini düşünüyorum. Namık Kemal o hava içinde doğmuştu.”
Ne kadar da haklıdır Yahya Kemal bu tespitinde. Zira Trakya ve Tekirdağ; bu havanın solunduğu, teneffüs edildiği topraklardır. Osmanlıların yani Türklerin Rumeli’deki, Avrupa’daki ilk topraklarıdır. Türk’ün, Türklüğün şahlanış devrinin izlerinin yer aldığı, hatta büyümenin ve şahlanışın ta kendisi olan topraklardır.
Ali Fuat Cebesoy anlatıyor:
“Bir gün üç beş arkadaş, felaketle sonuçlanan 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşına dair konuşuyorduk. Mustafa Kemal, birden teessürle Namık Kemal’in:
“Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini
Yok imiş kurtaracak bahtı kara maderini”beytini okumuştu.”
Samsun’a çıkmış, kongreler toplamış ve artık Millî Mücadele’nin lideri olan Mustafa Kemal, milletle birlikte Vatan’ı kurtaracağından emindir ki Ali Fuat Bey o günleri şöyle aktarır:
Millî Mücadele yıllan idi. Heyeti Temsiliye, merkezini Ankara’ya taşımak kararını vermişti. 18 Aralık 1919’da arkadaşlarıyla beraber Sivas’tan ayrılan Mustafa Kemal, 24 Aralık’ta Kırşehir’e gelmişti. Burada Gençler Derneği’nde bir konuşma yapmıştı. Geceleyin şerefine fener alayları tertip eden halka, yukarıdaki mısraları aşağıdaki şekilde değiştirerek okumuştu:
“Vatanım bağrına düşman dayasın hançerini
Elbet bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.”
Tarih 13 Ocak 1921, yer Büyük Millet Meclisi kürsüsü. Mustafa Kemal Paşa, Meclis Başkanı olarak 1. İnönü zaferini anlatırken sözlerini şöyle bitirir:
“Milletimiz bugün, bütün geçmişinde olduğundan daha çok ümitlidir. Bunu ifade etmek için şunu arz ediyorum. Kendilerinin tabiriyle, cennetten vatanımıza koruyucu olan merhum Kemal demiştir ki:
“Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderin”i
İşte bu kürsüden bu Meclisi âlinin reisi sıfatiyle heyet-i aliyenizi teşkil eden bütün âzarım her biri namına ve bütün millet namına diyorum ki:
“Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini
Bulunur kurtaracak bahtı kara kaderini.”
Namık Kemal, Mustafa Kemal’e göre “Türk milletinin yüzyıllardan beri beklediği sestir”. Zira Namık Kemal, Türk edebiyatında ve Türk fikir hayatında vatan kavramını en ateşli şekilde dile getirendir. Kendisinden sonraki neslin yüreklerine vatanın ateşini kor kor işleyen de odur.
Mustafa Kemal Paşa, Namık Kemal’e cevaben verdiği sözü tutar. Düşmanın vatanın bağrına hançerini dayadığı anda kurtarıcı olmuştur. Türk’ün istiklaline kavuşması onun yeminidir.
Yahya Kemal, “Eğil Dağlar” başlığıyla derlenen ve yayımlanan İstiklâl Harbi yazılarında Gazi Mustafa Kemal Paşa için şunları söylüyor:
“İki sene evveline kadar yaşamak hakkını ancak maziye ait eserlerle talep ediyorduk. Bugüne göre bir millet olduğumuzu ispat lâzımdı. İşte millî hareket bir sene içinde bu hakikati ortaya koydu, bir sene içinde Mustafa Kemal’i milletin timsali olarak yarattı. Bir sene içinde bütün sütü temiz Türkler o timsalin etrafında bir kütle oldular.”
“…Mustafa Kemal’i bir şahıs zannedenler aldanıyorlar. Mustafa Kemal İzmir’e efsunlar çıktığı günden evvel bir fertti. O günden beri artık bir fert değil bir timsaldir.”
“…Bir milletin başına gelebilecek ne kadar felâket varsa hepsiyle haşır neşir olduğumuz bu senelerde önümüze düşüp bizi tekrar hayata çıkaran Mustafa Kemal Paşa’nın simasını ileride tahattur edecek her Türk Abdüihak Hâmid’in bu mısraındaki çerçeve içinde görecek: “Akardı payına mahşer-misal bir millet!”
Çoktan, pek çoktan beri bu millet bir oğlunun şahsında böyle temessül etmemişti. Milletlerin asırlarda bir doğurduğu büyük insanlar henüz eserlerini ikmal etmemişken bile gözleri kamaştırırlar, bize de bugün bu vaki oluyor.”
Tekirdağ… Namıdiğer ”Üç Kemaller Şehri”! Türk tarihine adlarını altın harflerle kazıyan, nakşeden üç büyük Kemal’in, Namık Kemal, Mustafa Kemal ve Yahya Kemal’in şehri!
***
Tekirdağ’ındüşman işgalinden kurtuluşundan sonra, işgalde kapatılan millî derneklerimizden Türk Ocağının Tekirdağ Şubesi tekrar açılır. Ocağın açılışı vesilesiyle Gazi Mustafa Kemal Paşa, Tekirdağ’a davet edilir. Biz bunu Atatürk’ün Tekirdağ Türk Ocağına gönderdiği imzalı fotoğraf ve ilişikteki mektuptan anlıyoruz. Mektupta şöyle diyor Atatürk:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Riyaseti 6/1312
Ankara 10/9/1339(Miladi takvimde 10.09.1923)
Tekfurdağ Türk Ocağı Riyasetine;
Ocağınızın küşad edildiğine dair olan mektubunuzu memnuniyetle aldım. Hakkımda gösterilen asar-ı muhabbet ve samimiyete teşekkür ederim. Arzunuz vechile bir kıta fotoğraf ırsal kılınmıştır. Millet ve memleket tealisine matuf mesainizde muvafakiyetinizi dilerim efendim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkumandan Gazi Mustafa Kemal
***
Fahrettin Altay Paşa anlatıyor:
“Atatürk hep “mazlum bir millet” derdi. Cumhuriyet’in ilanından epey bir süre geçmişti. Ben dehep neden 29 Ekim diye kendi kendime sormuşumdur. Bir gün Çankaya’da sofra dağıldıktan sonra, “Paşam, benim dikkatimi çekmiştir. Hep düşündüm. 30 Ekim 1918 günü mütareke ilan edildi. Adana’daki karargâhınızdan Başkent’e (İstanbul’a) verdiğiniz şifreyi hatırlıyorum. Şimdi aradan zaman geçti, Cumhuriyet’imizin ilanının 29 Ekim gecesine gelmesi acaba bir tesadüf müdür? Üç gün evvel, beş gün sonra da olabilirdi’ diye sordum”.
Bunun üzerine Atatürk şunları söylüyor:
“(…) Mütareke 30 Ekim 1918’de imzalanmıştı. Vatan parçalanmış, istilaya uğramıştı. Peki, 30 Ekim 1918’den bizim İzmir’e girdiğimiz tarih olan 9 Eylül 1922’ye kadar kaç yıl geçti? Dört yıl. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’i ilan ettik. İşte beş yıla sığdırdığımız büyük inkılap, bizim yaşadığımız şartlara duçar olmuş, hangi milletin tarihinde vardır? Bu mazlum millet kendisinin hakkı olan yere ulaşmıştır, çektiğimiz acıların, sıkıntıların en büyük mükâfatı işte budur. Bütün dünya bunu görmüştür. Daha da görecekleri vardır. Beni en çok mesut eden hadise, bu mazlum milletin hak ettiği bu yere gelmesidir. Sen benim 30 Ekim 1918 sonrası günlerdeki çektiğim azabı bilirsin. Yanımdaydın. Mondros 30 Ekim’dir, Cumhuriyet 29 Ekim. İşte bu da bir milletin, mazlum bir milletin ahıdır. Sanırım ki o zamanki devletler bunu anlamışlardır.”
Fetihler Ufku Tekirdağ’ın düşman işgalinden kurtuluşunun 102.yılı kutlu olsun.
Bu kutlu, mukaddes günde başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına, Millî Mücadele’nin isimli ve isimsiz kahramanlarına, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetine, Trakya davasının öncülerine, neferlerine, Trakya İhtilal Komitesine, Trakya Paşaeli Cemiyetine, çeteci kahramanlara,bu toprakları bizlere vatan kılanlara, bu topraklar uğruna kanını dökenlere, yarım kalanlara, can verenlere, şehit düşenlere selam olsun!Onları rahmet ve minnetle anıyor, aziz hatıraları önünde tazimle eğiliyorum.
Yaşasın Vatan, Yaşasın Türk Milleti!
Kaynakça
BEYATLI, Yahya Kemal (2015). Edebiyata Dair. İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları
BEYATLI, Yahya Kemal (2015). Eğil Dağlar. İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları
CEBESOY, Ali Fuat (2008). Sınıf Arkadaşım Atatürk. İstanbul: İnkılap Kitabevi
ÇEVİK, Hikmet (1949). Tekirdağ Tarihi Araştırmaları. Tekirdağ: Tekirdağ Belediyesi.
SEREZ, Mehmet (2009). Atatürk ve Millî Mücadele’de Tekirdağ. Tekirdağ: Tekirdağ Valiliği Yayınları
SEREZ, Mehmet (2022). (Yeniden Yayına Hazırlayan: Sezai KURT). SEVDAM TEKİRDAĞ-Süleymanpaşa’nın Gizemli Tarihine Yolculuk. Tekirdağ: Süleymanpaşa Belediyesi Kültür Yayınları
SEREZ, Mehmet (2007). Tekirdağ Tarihi ve Coğrafyası Araştırmaları. Tekirdağ: Tekirdağ Valiliği Yayınları
YÜCEBAŞ, Hilmi (1959). Bütün Cepheleriyle Namık Kemal (Hayatı-Hatıraları-Şiirleri). İstanbul: Ahmet Halit Kitabevi
https://www.webtekno.com/ataturk-cumhuriyeti-neden-29-ekimde-ilan-etmistir-h116695.html
Trakya Demokrat Gazetesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.