YAZMAK YA DA YAZMAMAK
Gazete yönetiminden iki hafta önce bir uyarı aldım. “Yazılarınızda mutlaka Tekirdağ’la ilgili konulara yer vermelisiniz” dediler.
Nedeni de resmi ilan alma konusundaki koşullar.
Haklılar tabii.
Yasa ve yönetmeliklere uymak zorundalar.
Ancak bir yazarın yazacağı konuya sınırlama getirmek veya yerel gazete diye mutlaka gazetenin yayınlandığı kentle ilgili bir konuyu yazmak, yazarı peşinen sansürlemek ya da yazacağı alanı sınırlamaktan farksızdır. Dar alanda at koşturmak gibi bir şey bu…
Yapabiliyorlarsan yap. Yazabiliyorsan yaz. Yoksa sen bilirsin…
Aslında bazılarına göre yazmak zor bir şey değil.
Sana yanlış gelen her şeyi eleştir, tenkit et ya da gönlünü kazanmak istediğin kişiler için övgüler diz.
Bunu yapmak çok kolay.
Suya sabuna dokunma, kimsenin kalbini kırma. Yağla balla, al sana köşe yazısı…
Keşke ben de böyle yapabilsem. Ama mümkün değil. Bu yüzden de zorlanıyorum.
Çünkü bir gazetecinin, bir köşe yazarının mesleki anlamdaki asıl görevi bellidir. En başta da doğruya doğru yanlışa yanlış demesini bilmelidir. Bunun için de yapacağı haberi, yazacağı konuyu iyi araştırmalı, gözlemlemeli, doğru bilgileri eksiz elde edip ondan sonra yazmalı, yayınlamalıdır.
Tabii bu da biraz zahmet gerektirir. Çaba göstermek ister.
Bunun yanında toplumun belli bir konuda bilgilenmesi ve aydınlanmasını sağlayacak iyi bir köşe yazısı yazmak için de yazanın bilgili, tecrübeli, eğitimli ve objektif bir bakış açısına sahip olması gerekir.
Ve yazılanı okuyanın doğru anlaması için de en azından biraz özen göstermek, Türkçe dil bilgisi kurallarını uygulamak gerekir.
Konu her ne olursa olsun. İş olsun diye, yazmış olmak için, köşe doldurmak için yazı yazılmaz.
Aksi takdirde yazmamak yazmaktan iyidir.
RUHLARA BIRAKILAN İZ
Bir insana yaşamının bir döneminde yapmış olduğunuz kötü bir davranış onun ruhunda değin bir iz bırakır.
Bu tıpkı bir ağacın gövdesine indirilen balta darbesi gibidir.
Baltanın ağaç gövdesinde açtığı yara onu öldürmezse eğer yıldan yıla giderek büyür ve kapanmayan bir ize dönüşür.
İnsana yapılan kötülük de böyledir.
Baltayla yaralanan ağacın köküne verilen su, topraktan aldığı vitamin onun büyümesini sağlar. Fakat yara izini kaybetmez.
Ruhu örselenmiş, uğradığı haksızlık ve gördüğü kötü davranıştan dolayı travma yaşayan insana sonradan yapılan hiçbir iyilik de onun kırılmışlığını, üzüntüsünü yok etmez. Yarası kabuk bağlar. Ama izi hep vardır.
Bu nedenle özellikle çocuk yaştaki kişilere gösterdiğimiz davranışlara çok dikkat etmeliyiz. Onların ruh ve bedenleri erişkinlere göre çok daha savunmasız olduğundan çabuk kırılırlar ve kendilerine yapılanı da kolay kolay unutmazlar.
İnsanlar orta yaşı geçtikten sonra hayatlarının muhasebesini yapmaya başlarlar. Ve çocukluktan itibaren ruhlarında bırakılan izler onlara daha fazla acı vermeye başlar.
Bunu telafi etmenin imkanı yoktur.
Başkalarına söylemek, anlatmak acıyı paylaşarak azaltmanın bir yolu olsa da ruhtaki iz, ağacın gövdesindeki iz gibi hep kendini belli eder.
Bu yüzdendir ki insanlar ileriki yaşlarda geçmişte kendilerine kötü davranan kişilere karşı daha öfkeli olurlar. Hatta yüzlerini bile görmek istemezler.
Bu tıpkı oduncunun baltasını hisseden ağacın dallarının titremesine benzer.
Trakya Demokrat Gazetesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.