Dünyaya bir haller oldu
O kadar fazla kötü olay geldi ki başımıza, ne yapacağımızı ne edeceğimizi şaşırdık. Az önce İstanbul’daki büyük oğlumla telefonda konuştum, “baba ben galiba ya influenza ya da yine covid oldum, ne tat alabiliyorum ne de koku” dedi. Biz de çocuğu haftasonu ziyaretimize gelecek diye bekliyorduk, o yatak döşek yatıyormuş.
“Oğlum bu kaçıncı hastalanman? Biraz kendine dikkat et” dedim. “Hiç sorma baba ama ne yaparsak yapalım virüs gelip bizi buluyor” dedi.
Gerçekten de üç defa mı dört defa mı aynı şey oldu. Son birkaç ayda devamlı hasta. Aşı vurulduğu halde yine de virüs bulaşıyor. Çünkü işi gereği kalabalık ortamlarda bulunuyor. Mecburen insanlarla temas etmek zorunda kalıyor.
Geçmiş olsun demekten başka yapacak bir şeyimizin olmaması da çok kötü. Yaşam koşulları maalesef ki böyle gerektiriyor. Allah şifasını versin. Üzülüyor tabi insan.
Ama üzüntünün biri bitiyor öteki başlıyor. Neredeyse üç yıl geçti, başımızda bir covid belası, bitmedi gitti. Şimdi bir de influenza çıktı. Sanırım domuz gribinin tıbbi adı bu. İnsanlar yine yataklarda. Geçen gün de komşumuz olmuş, çoluk çocuk yatmışlar.
Deprem olayı zaten hepimizi mahvetti. İstanbul’da olacak, Tekirdağ’ı da vuracak derken, hiç aklımızda olmayan oldu ve bir anda binlerce insanımızı kaybettik. Şehirlerimiz yıkıldı, ocaklar söndü…
Gülmeyi unuttuk desem yalan olmaz. Çünkü hep canımız yanıyor, hep içimiz paralanıyor, hem gözyaşımız akıyor. Moral verecek bir şey olmaz mı bu dünyada, vallahi de olmuyor billahi de olmuyor…
İnsanların dilinde hep “nasıl bir çağa denk geldik Allah’ım, her şey hep bizi mi buluyor?” sözü. Gerçekten de dünyaya bir haller olmuş gibi. Derdin biri bitiyor, öteki başlıyor. Biraz moral bulalım, içimiz rahatlasın desek hayda başka bir şey oluyor yine canımız sıkılıyor.
Rahmetli annem televizyonda haberleri seyrederken “yahu oğlum hiç mi iyi bir şey yok şu dünyada, can sıkmaktan başka bir şey yok, kapat şunu” derdi.
Aynen öyle, içimizden televizyon seyretmek bile gelmiyor. Nasıl gelsin ki?
Başımıza meteor düşse, dünya tersine dönse, ay gelip, dünyaya çarpsa, ya da uzaylılar sokakta karşımıza dikilse şaşırırsak namerdim. Her sürprize öyle alıştık ki, “bir o eksikti, o da oldu” der geçeriz.
Haksız da değilim hani. Daha deprem felaketinin acısı dinmemişken, yaralarımız sarılmamışken, üstüne bir de sel felaketiyle karşı karşıya kaldık, yine çok sayıda insanımızı kaybettik.
Ama bu yalnız bizde değil ki, ABD’nin California eyaletindeki sel baskınına ait görüntüleri izledim televizyonda, “aman Allah’ım” dedim kendi kendime, her yer su altında…
Dünya kendi doğal dengesini mi sağlıyor, yoksa insan eliyle bozulan dengesinin sonuçlarını mı yaşıyoruz bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki dünyanın gidişatı iyi değil. İnsanlık bunun farkına varamayıp, yine bildiğini okursa sonumuz felaket olacak gibi.
Yediğimiz sadece bir lokma ekmek, içtiğimiz bir yudum su ve sanki bunun kıymeti bilinmiyor gibi bir durum var. Oysaki başımıza gelen en küçük bir felakette bile en muhtaç olduğumuz şey biraz soluk almak, bir iki lokma bir şey yemek ve su içmek oluyor. Bunun ötesindeki her şey boş. Çünkü sağlığımız, sağ kalmamız buna bağlı.
İnsan için bu dünyadaki en temel ihtiyaç barınma, beslenme ve güvenli bir ortamda yaşamaktır. Bizlerin de her ortamda ve her koşulda bunu düşünerek yaşamamız ve tüm yaşam felsefemizi bunun üzerine oluşturmamız gerekiyor. Aksi takdirde sel sularına kapılmış biri gibi hiç bilmediğimiz, tahmin bile edemeyeceğimiz bir sona doğru gitmek işten bile değil. İnsanlığın aklını başına alması gerekiyor.