ALİNİN GEMİLERİ
Evlerinin balkon demirine dayanan küçük Ali, dooottt, doootttt, dotttt! diye düdüğünü çalarak ilerleyen dev gemiyi hayranlıkla izliyordu.
Beyaz renkli, apartman gibi kat kat yükselen gemi kendine yol açmak için önündeki küçük deniz araçlarını uyarıyor, bu nedenle uzun uzun düdük çalıyordu.
Ali ise geminin her düdük çalışında el sallıyor, ardından parmaklarını önce dudaklarına götürüyor, sonra gemiye doğru bir öpücük atıyordu.
Arkasındaki kanepede oturan annesi Perihan Hanım ise, beş yaşındaki oğlunu duygu dolu gözlerle seyrediyordu.
Ali, bu davranışı alışkanlık edinmişti. Yaklaşık bir yıldan beri hemen hemen her gün boğazdan geçen gemileri takip ediyor, el sallıyor, öpücükler gönderiyordu.
Ali’nin el sallayıp, öpücük gönderdiği gemiler bazen Marmara’dan, İstanbul Boğazı’na girip, girintili çıkıntılı boğazda ustalık isteyen bir seyirden sonra Karadeniz’e açılıyorlardı. Gemilerin yolculuğu bazen de tam tersi oluyor, Karadeniz’den, boğaza girip, Marmara’ya, oradan da Ege Denizi’ne ulaşıyorlardı.
Gemilerin nereden gelip, nereye gittikleri Ali için hiç önemli değildi. Onun için önemli olan yalnızca düdük öttürmeleriydi. Geçen gemilerin düdüğünü duyduğunda içerideyse hemen balkona fırlıyor, uyuyorsa uyanıyordu.
Ali her düdük sesine bir anlam yüklemişti. Kısa kısa çalarsa ‘hemen gidip geleceğim’, uzun uzun acı siren öttürürse ‘dönüşüm uzun sürecek’ diyordu, ona göre geçen gemi.
Bir defasında kocaman geminin biri düdüğünü bağırta bağırta boğazda ilerliyordu. Hava fırtınalıydı. Annesi içeriye geçmesini söylediği halde balkondan ayrılmıyordu küçük Ali.
Aslında gemi akıntıya kapılmış, fırtınanın da etkisiyle sürükleniyordu. Bu yüzden önündeki ya da karşıdan gelen diğer gemileri, vapur ve tekneleri uyarıyordu. Ali ise balkona adeta çakılmıştı.
Hava soğuktu. Annesi, Ali’nin üşütüp hasta olmasından korkuyordu. Ama içeriye girmesi için de zorlayamıyordu. Çünkü bir defasında yine aynı şey olmuş, Ali’yi kucaklayıp içeriye geçirince, çocuk saatlerce ağlamıştı. Hatta o olaydan sonra annesine büyük bir düdük aldırmış, bazen gemilere düdüğüyle karşılık veriyordu. Gemiden nasıl ses gelirse o da aynı şekilde öttürmeye çalışıyordu.
Görenler bu olayı Ali için bir oyun sanırdı. Yalnızlıktan sıkılıp, kendine bir oyun icat ettiğini düşünürdü. Oysaki gerçek öyle değildi. Bu durum Ali için çok ciddi bir olaydı.
Ali’nin babası yoktu. Aslında vardı ama yaklaşık bir yıldan beri gittiği yerden dönmemişti. Belki de hiç dönmeyecekti. Ama annesi, Ali’ye “baban dönecek” demişti. Bu yüzden de Ali içindeki baba sevgisinin eksikliğini, duygusal boşluğu, şefkat isteğini ancak bu şekilde tatmin ediyordu.
Ali’nin babası Haydar Kaptan, balıkçılık yapıyordu. Büyük bir teknenin kaptanıydı. Balık sezonu gelince arkadaşlarıyla birlikte Karadeniz’e ya da Marmara’ya açılır, kısmetlerine ne kadar balık çıkarsa avlar, sonra da satarlardı.
Geçimlerini balıkçılıktan sağlarlardı. Boğaza bakan bir tepe mahalledeki iki odalı evlerini de balıkçılıktan kazandığı parayla yaptırmıştı. Ama Karadeniz’deki fırtınalı bir gecede Haydar Kaptan ve arkadaşları bilinmezlere karışmıştı. Kıyıya vuran bazı eşya ve tekne parçaları, onları dev dalgaların yuttuğunu gösteriyordu.
İlkokul son sınıfta okuyan Ali’nin ablası Necla, babasının artık gelmeyeceğini kabul etmişti ama Ali’ye anlatmak mümkün değildi. Zaten annesi de nasıl anlatacağını bilemiyordu. Çünkü bir defa “baban dönecek” demişti. Hatta bir gün daha da ileriye gidip, “Sen şimdi balkona çık, gelip geçen gemilere bak, eğer düdük çalan olursa, baban ondadır. Çok balık yakalamak için fazla çalışıyor ama yakında dönecek, sen ona el salla” demişti.
Ali o günden sonra annesine, “babam nerede, babam ne zaman gelecek?” diye sormaz olmuştu. Biliyordu ki babası düdük çalarak geçen o gemideydi. Babası bir gün Karadeniz yönüne, bir gün Marmara’ya gidiyordu. Bir gün yolcu gemisi, bir gün balıkçı teknesi kullanıyordu. Ali için hiç fark etmiyordu, hangi gemi düdük çalsa, babası o geminin kaptanıydı. El sallıyor, öpücük gönderiyor, gece de rüyasında görüyordu. Babası onu kaptan köşküne çıkarıyor, o koca koca dev gemileri birlikte kullanıyorlardı. Bazen de tuttukları balıkları denizden birlikte çekiyorlardı.
Ve uzun süreden beri ne zaman geminin biri boğazdan düdüğünü çalarak geçse Ali, “Babam geldi” diyerek, balkona fırlıyordu. Gemi kaptanları ise Ali’nin farkında olmasalar da, parmaklarının ucundaki düdük düğmesine bastıklarında, küçük bir çocuğun yüreğinin gümbür gümbür atmasına neden oluyorlardı.
Ali biliyordu, bir gün babası mutlaka gelecekti. Hem de en büyük balığı yakalamış olarak.