Cavit Amca ve Adana Kebabı
Muhabir olarak çalıştığım haber ajansında, o gün takip ettiğim olayın haberini yazıyordum. Dışarıdaki işlerini bitiren arkadaşlarım da birer ikişer büroya dönüyor, gelenler masasına oturup, bilgisayar başında çalışıyordu.
Habere konsantre olduğum bir sırada güvenlik görevlisi arkadaş yanıma yaklaştı, eğilip, kısık bir sesle, “abi seninle görüşmek isteyen biri var. Burada olduğunu söylemedim. Müsaitsen bekletirim, görüşürsün” dedi.
Gazete ve haber ajanslarında çalışanların misafir kabul etmek için en sevmediği saatteydik. Çünkü acil yazmamız gereken haberleri hemen bitirip, teslim etmezsek elimizde patlardı. Özel haberlerin de tamamlanıp, İstanbul merkezin ertesi sabahki gündem toplantısı için haber müdürüne teslim edilmesi gerekiyordu.
Ancak bazen öyle olaylar oluyordu ki, o an elimizde ne tür bir iş olursa olsun, bırakıp, fotoğraf makinası ve kameramızla, hızla bürodan çıkmak durumunda kalıyorduk. Amaç, olay yerine rakiplerimizden önce varıp, haberin görüntü ve bilgisini toparlamaktı.
Bir olayla ilgili ihbarda bulunmak ya da bir haber konusunda görüşmek için gelen kişileri de kesinlikle geri çevirmiyorduk. Çünkü bazen iş yoğunluğundan dolayı baştan savılan bir vatandaşın, başka bir basın kuruluşuna gitmesi, belki de manşet olabilecek bir haberi kaçırmamıza neden oluyordu.
Bu nedenle özellikle haberlik bir olay için gelen her kim olursa olsun geri çevirmiyor, ya biz görüşüyor ya da o an işi olmayan bir muhabir arkadaşla görüşmesini sağlıyorduk.
“Ne için gelmiş, sordun mu?” dedim, güvenlik görevlisine.
“Sordum ama söylemedi abi” dedi. “Size anlatacakları varmış.”
“Benimle mi görüşmek istediğini söyledi, yoksa herhangi birimizle mi?”
“Sizin adınızı verdi Abi. Yaşlı bir beyefendi. Görüntüsü, konuşması da düzgün biri.”
Güvenlik görevlisi, ziyarete gelen tanımadığımız kişilerle ilgili bu tür sorgulamaları neden yaptığımızı biliyordu. Çünkü her gelen iyi niyetli olmadığı gibi, vurup, kırıp, zarar vermek için gelenler de olabiliyordu. Zaman zaman bu tür olayları yaşadığımız için tecrübeliydi.
Bizim de dikkatli olmamız gerekiyordu. Çünkü yazdığımız haberler bazen bazılarının işine gelmiyordu. Bu yüzden de birçok meslektaşımız işyerinde ya da dışarıda saldırıya uğrayabiliyordu.
Elimdeki haberi tamamlamam gerekiyordu. Güvenlik görevlisine, “misafiri bekleme bölümünde ağırla, çay, kahve ısmarla. Beş on dakikaya kalmaz görüşürüm” dedim.
“Peki abi” deyip, gitti.
Fazla sürmedi, işimi bitirdim, yan tarafta beklemekte olan konuğumun yanına gittim. Elini sıkıp, “hoş geldiniz” dedim.
Yetmiş yaşlarında, temiz yüzlü biriydi. İlk kez görüyordum. Beklettiğim için kusura bakmamasını söyledim. Davudi sesiyle, “yok canım, asıl siz kusura bakmayın, bu saatte geldiğim için” dedi.
Karşılıklı oturup, çaylarımızı içerken kendini tanıttı, ne için geldiğini söyledi.
“Ben buraya bilerek geldim. Gazetecilikten de biraz anlarım. Sizi de araştırdım, sordum, ona göre geldim. Yazdığınız haberlerden de biliyorum. Bana dik duracak, sağlam adam lazım” dedi.
Bir yandan beni övüyor, bir yandan da kıyısından köşesinden yazmamı istediği haberin bilgisini aktarıyordu.
Mesleki tecrübem, insanlara ve olaylara temkinli yaklaşmam gerektiğini söylüyordu. Her iddianın üzerine haber diye balıklama atlamak, önü alınamaz sorunlar doğurabilir, başımı belaya sokabilirdi.
Ancak konuğumun anlattıkları çok ciddi şeylerdi. Kamuoyunu ilgilendiren bir olayın haber değeri taşıyan ipuçlarını veriyordu.
Bazen öfkelenip, sesini yükseltiyor, eliyle, koluyla, heyecan içinde konuşuyordu. Onu dikkatle dinliyordum. Sesinin yüksek çıktığını fark ettiğinde de , “kusura bakma, çok öfkeliyim” diyordu.
Yarım saat kadar oturdu. Sonra izin istedi. Gitmeden önce, “sen şimdi bu anlattıklarımı iyice düşün ama yazma. Yarın dükkana gel, sana vereceğim belgeler var. Dört dörtlük bir haber olsun. Aceleye getirmeye gerek yok. Ama bir sonuç almamız lazım “dedi.
Elimi sıkıp vedalaşırken, “öğle saatinde gel. Bizim orada salaş ama süper kebap yapan bir yer var. Ben her öğleyin oradan yerim. Kebabımızı yer, ondan sonra konuşuruz” dedi.
“Yemek için söz veremeyeceğim” dedim. “Ama öğleden sonra kesin gelirim. Bu olayı güzel bir şekilde haberleştirip, yayınlayabiliriz.”
Elimi bırakmadan, “rica ediyorum. Sen benim oğlum yaşındasın. İlgi gösterip, beni dinledin. Sağol. Yazmasan da kırılmam. Ama kebabı kaçırma. Başka yerde böylesini bulamazsın” dedi.
“Eminim, güzeldir” derken, gülümsedim. “Ama dikkat etmeniz gerekir. Zaten bizi böyle yapan hep Adana Kebabı. İnsanın canı çekiyor. Sonra da kiloları veremiyoruz” dedim.
“Amaaann sen de! Düşündüğün şeye bak. Benim yarı yaşımda ancak varsın. Ben de yaşayacağımı yaşadım. Atın ölümü arpadan olsun” dedi.
Kapıya kadar yolcu ettim. Tekrar teşekkür etti. “Yarın öğleye bekliyorum” dedi, gitti.
(sürecek)
Trakya Demokrat Gazetesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.