HAZAL’IN ÖDEVİ (ll)
Hazal yemekten sonra dişlerini fırçalayıp, odasına geçti. Çalışma masasının koltuğuna oturdu. Az sonra kardeşi de geldi. O da dişlerini fırçalamıştı. Islak olan ellerini sildiği havluyla birlikte odaya girince, Hazal uyardı,
-Sana kaç defa söyledim, havluyu kullandıktan sonra yerine as diye.
O sırada babaları İhsan Bey odaya girdi. Hazal’ın, Ahmet’e çıkıştığını görünce,
-Ablan doğru söylüyor oğlum, kullandığın her şeyi tekrar yerine koyarsan, senden sonra başkaları da kullanabilir, ayrıca evimiz de dağılmaz. Annen zaten yeteri kadar yoruluyor, bir de sizin dağıttıklarınızı toplamakla uğraşmasın, dedi.
Ahmet, elinde tuttuğu havluyu yerine götürürken, İhsan Bey, Hazal’ın çalışma masasının yanındaki sandalyeye oturdu. Sonra,
-Evet kızım, söyle bakalım bana söyleyeceğin şey neymiş? Derslerinle mi ilgili, yoksa başka bir şey mi var? Kardeşinin yaramazlıklarını şikayet edeceksen, peşinen söyleyeyim, o daha çok küçük, onu biraz idare etmelisin.
-Hayır, dedi Hazal. Kardeşimi şikayet etmeyeceğim. Sadece ödevime yardım eder misin? Diyecektim. Öğretmenimin sorduğu soruyu tam anlayamadım da..
“Hıımmm!” diye bir ses çıkardı, İhsan Bey. Sonra, “iyi o zaman, söyle bakalım neymiş bu soru, bildiğim bir şeyse yardım ederim”, dedi.
Hazal, önündeki defterde yazılı olan soruyu bir çırpıda okudu,
“Memleketiniz doğduğunuz yer midir, yoksa doyduğunuz yer mi?”
-Evet baba, anlat dedi, gülerek. Topu babasına pas atmıştı.
İhsan Bey bir kez daha “hıımmmmm!” diye bir ses çıkardı, şakadan başını kaşır gibi yaptı, sonra yavaş yavaş, kelimelerin üzerine basa basa konuşmaya başladı;
-Bak kızım! Öncelikle şunu söyleyeyim ki, öğretmenin çok güzel bir ödev konusu seçmiş. Çok kişi yaşı büyük olsa da daha bu iki kavramın ayırdına varamamıştır. Ve genelde duygusal davranılır ve gerçekler görmezden gelinir. Oysaki kişiler için hem doğduğu yerin toprakları, insanları ve kültürü önemli, hem de doydukları yerin.
Bunun, senin için şu an bir önemi olmayabilir. Ama zaman ne getirir, ne götürür belli olmaz. Bakarsın çocukluğun burada geçer, büyüyünce başka şehirlere, ülkelere gider, orada yaşar, orada çalışırsın. Tıpkı yıllar önce benim babamın Gümüşhane’den buraya göç etmesi gibi.
Ben daha o zamanlar kardeşin Ahmet’ten bile küçüktüm. O yılları hayal meyal hatırlıyorum. Bir gün dedenin yol göstermesi ile hep birlikte kalkıp buraya göç ettik. Her şeyimiz memlekette kaldı. Ama gelmek zorundaydık. Çünkü orada artık geçinemez olmuştuk. Ailemiz genişlemiş, babamın geliri azalmıştı. Orası bizim doğduğumuz yerdi ama artık karnımız doymaz olmuştu. Doyacağımız yere geldik.
Aradan yıllar geçti, iş güç sahibi olduk, ev yaptırdık ve şimdi bu haldeyiz. Allah’a şükür geçinip gidiyoruz. Aç değil, açıkta değiliz. Bizim memleketimiz artık burası. Ama geldiğimiz yerleri, oradaki akrabalarımızı, insanlarımızı da unutmadık.
İşte bu yüzden arada bir oralara ziyarete gidiyor, sevdiklerimizle hasret gideriyoruz. Burada yaşarken onları da ihmal etmiyoruz.
Eğer bir gün gelir burada geçinemez olur ve geldiğimiz yerlere dönmek zorunda kalırsak, mecburen gideriz. Bu nedenle doğduğumuz yer önemli ama doyduğumuz yer daha önemli. Hiç kimse geçimini sağlayamadığı, rahat olmadığı, mutlu yaşamadığı bir yerde kalmaz. Anladın mı güzel yavrum.”
-Anladım baba, dedi, Hazal. Şimdi daha iyi anladım. Ben burada doğduğum için aradaki farkı görememiştim. Sen anlatınca anladım. Yarın ödevimi sınıfta okuyunca mutlaka alkışlanırım.
-Çok iyi, şimdi zaman geçirmeden yaz da, anlattıklarımı unutma.
Babası yanaklarından öpüp, odadan çıkınca, Hazal büyük bir hevesle yazmaya başladı.
“Dedem ailesiyle birlikte Gümüşhane’de yaşarken, ekonomik nedenlerden dolayı geçim sıkıntısı çekince, İstanbul’a taşınmışlar. Yani doğdukları yerleri tek etmişler”
(Bitti)
Trakya Demokrat Gazetesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.