Dolar 32,2097
Euro 35,0984
Altın 2.527,70
BİST 10.643,58
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Tekirdağ 23°C
Parçalı Bulutlu
Tekirdağ
23°C
Parçalı Bulutlu
Sal 23°C
Çar 23°C
Per 24°C
Cum 24°C

BİR DEVRİN BATTIĞI, BİR DEVRİN DOĞDUĞU YER: ÇANAKKALE!

18 Mart 2024 10:55
A+
A-

“Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.”

Çanakkale ile özdeşleşen “Dur Yolcu” yazısı 29 Ekim 1960 tarihinde, yazının sahil tarafındaki Değirmen Burnu Tabyası’ndaki askeri garnizonun komutanı Albay Turan Şekip Pınar tarafından Çanakkaleli Asteğmen Seyran Çebi görevlendirilmiş ve bu yazı Sayın Seyran Çebi tarafından yapılmıştır. Burada Şair Necmettin Halil Onan’ın Çakıl Taşları şiir kitabında yer alan “Bir Yolcuya” şiirinin ilk iki mısraı yazılıdır.

Çanakkale, şairin dediği gibi, bir devrin battığı yerdir. Hem bir devrin battığı, bir başka devrin ise doğduğu yerdir. 1.Cihan Harbi’nde imparatorluğun muzaffer olduğu tek cephe Çanakkale Cephesi’dir. Çanakkale’deki zafer, İstanbul’u korumuştur. Eğer düşman gemileri, boğazı geçip İstanbul’a ulaşabilselerdi İstanbul işgal edilecekti. İstanbul yine işgal edildi ama 3 buçuk yıl sonra.  Mağlubiyetle biten savaştan sonra imzalanan Mondros Antlaşması ile İstanbul başta olmak üzere yurdun dört bir yanı işgal edildi.

Evet Çanakkale’de bir devir sona erer, bir devir batar. Fakat bir dev ve bir devir de doğar.

O dev Çanakkale’de tarih sahnesine çıkacak olan Albay Mustafa Kemal’dir. Tarih sahnesine çıkan bu dev yepyeni bir devir yaratır. Çanakkale’de aldığı karar ve verdiği emirle sadece savaşın seyrini değiştirmemiş, aynı zamanda Türk milletinin kaderini de değiştirmiştir. Çanakkale’de hem bir devir batmış hem bir dev ve devir doğmuştur.

O dev Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Devir ise tarih sahnesindeki ömrünü tamamlayan imparatorluğun ardından kurulan büyük Türkiye Cumhuriyeti!

***

“İlkokul ikinci sınıftaydım… Öğretmenimiz “Çocuklar, yarın 29 Ekim, cumhuriyetin kuruluşu. Birlikte kutlayacağız. Her biriniz, Atatürk ve cumhuriyetle ilgili birkaç söz söylemeye hazır olarak gelin” dedi.

Akşam, ders kitaplarından ezberlediğim bazı cümleleri sesli olarak kendi kendime tekrarlarken, babaannem odaya girdi ve “Şiir mi okuyorsun?” diye sordu. Öğretmenimizin bizden ne istediğini söyledim; güldü… “Sana bir şey anlatayım da, sen de onu anlat” dedi ve başladı:

“Karanlık, ümitsiz ve çaresizlik dolu günlerdi… Senelerce sürüp giden savaşlardan geri dönebilenler, parmakla sayılacak kadar azdı…

Arkasından daha beteri geldi! İngiliz’in İstanbul’u işgali yetmezmiş gibi, bir de Yunanlılar İzmir’e çıkıp Ankara’nın üzerine yürümez mi? Zaten yoksulluktan kırılmış olan halk, büsbütün şaşkına döndü ve kendisini daha da zavallı hissetmeye başladı…

Tam bu sıralarda çarşıda pazarda bir söz dolaşıyordu; deni- yordu ki ‘Anadolu’da sarı bir paşa padişaha asi olmuş, düşmanları memleketten kovmak için mücadele başlatmış.’

Halk buna sevinemedi, insanların bir kısmı da ‘Ohoo… Osmanlı ne paşalar gördü; uzun sürmez, onu da tepeler’ dedi…

Aradan fazla vakit geçmeden, konuşulanların rotası değişmişti. Bu defa ‘O paşa herhangi bir paşa değil, Çanakkale Cephesi’ndeki Mustafa Kemal’miş…’ denilince; insanlar ‘Mustafa Kemal’se, o, yapar’ dediler…”

(Osman Pamukoğlu, Baş Döndürenler, s.9)

***

Çanakkale Mahşeri adlı o büyük eserin yazarı Mehmet Niyazi Özdemir anlatır:

‘’Almanya’daki bir toplantıda Japon bilim adamı, ‘’Biz çocuklarımızı okula gönderirken onları şokluyoruz.Bu iş için onları Nagazaki’ye, Hiroşima’ya götürüyoruz.”

Toplantıda bulunan bir Türk bilim adamı, ‘’Ama bizde Nagazaki, Hiroşima yok ki…’’ deyince Japon bilim adamı şu çarpıcı cevabı vermiş:‘’Sizde öyle bir Çanakkale var ki bin Nagazaki, bin Hiroşima eder.’’

***

Çanakkale Gazisi, Anafartalar Grup Komutanı M. Kemâl, Anafartalar’da yaşadığı ‘’Bomba Sırtı Olayı’’nı daha sonra Ruşen Eşref Bey’e şöyle anlatacaktır:

‘’Karşılıklı siperler arasında mesafeniz 8 metre… 8 metre sözüne dikkat ediniz. Yani ölüm muhakkak… Birinci siperdekilerin hiçbiri kurtulamamacasına düşüyor, ikinci siperdekiler onların yerini alıyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılmak yok. Okuma bilenler, ellerinde Kur’an-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler Kelime-i Şehadet çekerek yürüyorlar. İşte bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren hayret ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur.” (1930)                                                                                         Ölümlerin en güzeli vatan ve şeref uğruna olan ölümdür. Acıları içimizi sızlatan şehitlerimiz aynı zamanda övüncümüz ve sevincimizdir de. Her biri şan ve şeref destanı olan kahraman şehitlerimizi anmak ve hatırlamak her Türk’ün vatan borcudur.

Mehmet Âkif ise âdeta bir âbide olan ’Çanakkale Şehitlerine’’ şiirini öyle bir ruh ile yazmıştır ki hiçbir mütefekkirimiz, hiçbir edibimiz, hiçbir şairimiz o büyük harbi onun gibi şiirleştirememiştir. O bu şiiriyle Çanakkale’yi âdeta unutulmaktan, dilsiz kalmaktan kurtarmıştır. O bedenen orada olmasa da ruhuyla nasıl hissetti ve gönül gözüyle nasıl gördüyse şu destansı dizeleri neşretmiştir:

                “Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?

                En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,

                -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-

                Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.”

Ve cephedeki Mehmetçiğimizi Bedir Savaşı’nın arslanlarıyla bir tutuyor Âkif:

                “Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i…

                Bedr’inarslanları ancak, bu kadar şanlı idi…”

Mehmet Âkif, bu şiirini Teşkilât-ı Mahsusa adına vazifeli olarak gittiği Arabistan yolculuğu sırasında Necid çöllerinde yazmıştır. El-Muazzam İstasyonu’nda Enver Paşa’dan gelen telgraf ile yanındaki Kuşçubaşı Eşref Bey’e savaşın Türk ordusunun muzafferiyeti ile sonuçlandığı müjdesi geldiği vakit Kuşçubaşı’nın boynuna atılarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar. Bu yüreği yanık, vatanperver adam Mehmet Âkif’ti.

O gece yanında bulunanların işitebileceği şekilde Allah’a şöyle yalvarıyordu:

  ‘’Allah’ım! Bana, bu âciz kuluna Çanakkale’nin destanını yazma imkânını bahşet. Bu ulvî vazifeyi nasip et. Sonra canımı al. Yarabbi! Bana bu lütfu çok görme.’’

Arkasından tekrar hıçkırıklar…

‘’Çanakkale Şehitlerine’’ şiiri bu ulvî yakarışın neticesidir. Böyle bir şiir bugüne kadar ne yazılmıştır ne de yazılabilir. Onu yazmak için yeniden bir Çanakkale ve Mehmet Âkif bulmak gerekir.

Bu olayın devamını Kuşçubaşı Eşref şöyle anlatıyor:

‘’Ay bedir hâlindeydi. Çöl gecelerinin parlak yıldızlı semasını, zaferimizin şerefine aydınlatan ayın bu efsanevî ışıkları altında, Mehmet Âkif bu güneşi unutturacak kadar parlak çöl gecesinde sabahladı. İstasyon binasının arkasındaki hurmalığın içine çekildi. Sadece hıçkırıklar duyuyorduk. İçli, derin hıçkırıklar… İşte o Çanakkale’ye lâyık destan, bu hıçkırıklar içinde meydana geldi.’’

Sabahleyin, vazifesini tamamlamış fânilerin az kula nasip olan rahatlığıyla yüzüme derin derin baktı: ‘’Artık ölebilirim Eşref! , dedi. Gözlerim açık gitmez.’’

Şöyle sonlandırır Âkif o büyük destanın şiirini:

“Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.”

Âkif bedenen oradaydı fakat aklı, hayali, ruhu, gönlü hep Çanakkale’deydi. Bedir Savaşı’ndaki sahabeyle (arslanlarla) bir tuttuğu Mehmetçik’teydi, Türk ordusundaydı.

Âkif bu şiiri yazdığında İttihat Terakki üyesiydi. Âkif, bir İttihatçıdır. Bugün Âkif’e saldıranların, onun tırnağı kadar etmeyeceklerin ona sövmelerinin bir sebebi de budur. Çok rahatsız olurlar bundan. O’nun İttihatçılığından…

Nihâl Atsız da Çanakkale Şehitlerine şiiri ve Âkif için: “Çanakkale şehitleri için yazdığı şiir kafidir. Başka söz istemez…” der. Yine Çanakkale Şehitlerine şiiri için Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, “Peygamber sözü değil ama bana göre beşer sözü de değil” der, Âkif içinse “Kur’an vicdanı, Muhammedî vicdan” ifadesini kullanır.

Çanakkale’deki şehit Mehmetçiklerimizin namlarına dikilen en yüce ve en sağlam anıt Âkif’in yarattığıdır. Âkif âdeta bir âbide, bir anıt olan ‘’Çanakkale Şehitlerine’’ şiirini öyle bir ruh ile yazmıştır ki hiçbir mütefekkirimiz, hiçbir edibimiz, hiçbir şairimiz o büyük harbi, o büyük zaferi onun gibi şiirleştirememiştir. O bu şiiriyle Çanakkale’yi âdeta unutulmaktan, dilsiz kalmaktan kurtarmıştır. Âkif, milletimizin millî destanını, millî marşını yazan istiklâl şairimizdir.  Onun Çanakkale şehitleri için yazdığı şiir de yazdığı İstiklâl Marşı da Safahat’ı da birer anıt ve âbide niteliğindedir. O, Türk sanat dehasında bir burçtur.

***

“Çanakkale içinde vurdular beni, ölmeden mezara koydular beni”türküsünü hepimiz Çanakkale türküsü olarak biliriz değil mi… Türkü, bir Kastamonu türküsüdür. İşte bu da Türkiye’nin, bu vatanın bir özetidir.

Türk milleti, ruhu üniformalı bir millettir! Türk’ün ordusu gazidir, neferi şehit…

Nasıldı o meşhur Boyabatlı Ömer oğlu Mustafa’nın destanı:

“Üç yüz otuz sözüm hakk’ın kelâmı
Padişah’ın geldi büyük selâmı
Enver Bey’in düşman kırmak meramı

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

Rumeli toprağı yuğrulmuş kanla
Ün alınır ancak verilen canla
Herkesi yüreği çarpıyor canla

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

Kurşunlar atıldı düşmana karşı
Şehitler buldular göklerde arşı
Gaziler döktüler hep sevinç yaşı

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

Çanakkale’yi hiç verir mi Türkler
İstanbul’umuzu alacak bir er
Var mıdır dünyada nerde o asker

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

Boyabat’lı Ömer oğlu Mustafa
Yazdı bu destanı girerken sofa
Muradı gitmektir arşı tavafa

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak”

***

1914’te Cihan Harbi ilan olunduğunda Mustafa Kemal Sofya’da askerî ataşelik vazifesini icra etmekteydi. Haberi alır almaz Harbiye Nezaretinden aktif bir görev ister. Kendisine 19.Fırkayı kurma görevi verilir. 2 Şubat 1915’te Tekirdağ’a gelir ve 25 Şubat’a kadar 23 gün Tekirdağ’da kalır. Bu 19.Fırka daha sonra Çanakkale’de Türk’e vurulmak istenen esaret zincirini kırmada önemli bir rol oynamıştır. Yine Mustafa Kemal Atatürk, savaşın seyrini değiştiren, muzaffer olan bu şanlı ve kahraman ordunun muzaffer ve büyük kumandanlarındandır.

‘’Çanakkale, yeni Türkiye’nin önsözüdür; Çanakkale Tekirdağ’dan başlar.’’

***

Sene 1915… Sonbaharın serin yağışlı günlerinden biri. Birinci Cihan Harbi bütün cephelerde devam ediyor. Vatanın her tarafında barut ve kan kokusu var… Yiğitlerin biri ölüyor, bini yetişiyor, ihtiyarı, genci savaşıyor, didiniyor ve yurdumuza düşman çizmeleri basmasın diye, el açıp Allah’a dua ediyor…

Cepheye durmadan takviye kuvvetler gidiyor, işte o kuvvetleri götüren tren, Bilecik istasyonunda beklemektedir. Askerlerin hepsi sakin, belki bir daha geri dönmeyecekler. Ama şehit olmak inancı gönüllerine huzur veriyor…

Sevkiyat subaylarından biri vagonların arasında sessiz, hareketsiz bir gölge görür. Merakla ve şüpheyle yaklaşır… Beli bükülmüş, soluk benizli, başı yaşmaklı, ihtiyar bir Türk anası çakılmış gibi orada duruyor. Yağmurdan sırılsıklam olmasına rağmen huşu içinde beklemektedir. Anadolu’nun cefakâr anası ile yaklaşan subay arasında şu konuşma geçer:

– Anneciğim, yağmurun altında niye böyle bekliyorsun?

– Trende oğlum var. Onu uğurlamaya geldim.

– Oğlun kimdir, nerelisiniz?

– Söğüt’ün Akgünlü köyünden Mehmedoğlu Hüseyin.

– Onu görmek ister misin, çağırayım mı?

– Sana dua ederim. Ona bir çift sözüm var.

Hüseyin kısa zamanda bulunur. Elini öpen oğlunu bağrına basan ana son olarak; “Hüseyin’im, yiğit oğlum benim! Dayın Şipka’da, baban Dömeke’de, ağaların Çanakkale’de şehit düştüler. Bak son yongam sensin. Eğer, minareden ezan sesi kesilecekse, caminin kandilleri sönecekse sütüm sana haram olsun. Öl de köye dönme. Yolun Şipka’ya uğrarsa dayının ruhuna bir Fatiha okumayı unutma. Haydi oğul! Allah yolunu açık etsin” demiştir.

Hüseyin, son defa anacığının elini öpmüştü. Yaşlı gözlerle oğluna bakan Türk anası son evladını da dualarla bu şekilde cepheye uğurlamıştır.

***

Mehmetçik! Sen benim alın yazım, baş tâcımsın. Seni anam gibi, kanım gibi, vatanım gibi seviyorum. Benim sessiz sedâsız, sabırlı Mehmed’im! Varlığımızın esası sensin. Dirliğimiz, birliğimiz sensiz. Şerefimiz, şânımız sensin.

Sen olmasaydın, sen olmasaydın, biz olur muyduk? Sen ölmeseydin biz kalır mıydık? Sen göklerin dileği, sen gönlümüzün, dilimizin dileği, sen Türk’ün bükülmez bileğisin.

(Osman Yüksel Serdengeçti)

***

“Conkbayırı’na sürünerek çıkan beş yüz bin kertenkele,

Hepsi gördü sonunda, neymiş, ÇANAKKALE!”

***

1.Cihan Harbi’nde başkumandan Enver Paşa’dır. Fakat tarihin bir cilvesidir ki, adı pek geçmez. Anafartalar Grup Komutanı ise Albay Mustafa Kemal Bey’dir, yani Atatürk. Enver Paşa da Atatürk de bizim iki büyük ve kıymetli paşamız. Hiçbirini görmezden gelemeyiz. Sarıkamış’taki facia Enver Paşa’nın sorumluluğuna yüklenir, o suçlanır da Çanakkale’deki zaferde o anılmaz. Halbuki her ikisinde de başkumandan odur.

Sarıkamış üzerine;

“Komutanlar Enver Paşa’ya ayak uyduramadılar. Plana uymayan bu komutanlar Enver Paşa hakkında olumsuz propaganda yapan komutanlardır. Sarıkamış bir vatan müdafaasıdır. Şehit sayısıyla siyaset yapmak alçaklıktır. Çanakkale’de 250 bin şehit verdik, hiç kimse soruyor mu, hayır. Herhalde bir savaş kazanınca şehit, kaybedince ölü olunuyor.” -Nevzat KÖSOĞLU

“Köprülülü Şerif 9’uncu Kolordu Karargâhıyla beraber Ruslara esir düştü. Döndüğünde 1922’de Ankara idaresine yaranmak için Sarıkamış diye bir kitap yazdı. Bu yalanların tamamının kaynağı odur. Rus ordusunun komutanı, Türklerin kaybı 18 bin ölü ve bize 6 bin de esir verdiler. Bizim kaybımız daha fazlaydı. 32 bin ölü ve 12 bin de esir verdik, dedi.” -Dr. Mustafa ÇALIK

Cihan Harbi’nde Türk ordusunun başkumandanı Enver Paşa’dır. Nasıl ki harbin diğer cephelerindeki zaferlerin tamamını Enver Paşa’ya atfetmiyoruz, Sarıkamış’taki mağlubiyeti yalnız ona atfetmek niye?

Enver Paşa, 4 Ağustos 1922’de Türkistan’da, Çegan Tepesi’nde Ruslar tarafından şehit edilir.

“Ve özgürlük narası atsın diye soyunun çocukları, Enver bağrını kızıl kurşunlara yardıyordu!” der şair, onun için.

Şehit düştüğü haberi Atatürk’e ulaştığı vakit şu sözler dökülür Atatürk’ün ağzından:

“Enver, bir güneş gibi doğmuş, bir gurûb ihtişamıyla batmıştır. Arasını tarihe bırakalım.”

Merak etmeyin, tarih, evlatlarının hakkını elbet bir gün verir, verecektir.

***

Büyük destan Çanakkale Zaferi’nin yıldönümünde başta Cihan Harbi’nde Türk Ordusunun Başkumandanı Enver Paşa ve Çanakkale’de savaşın ve milletin kaderini değiştiren, kurtaran Anafartalar Grup Komutanı -o günkü rütbesiyle- Albay Mustafa Kemal Bey başta olmak üzere tüm şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum.

Anasına babasına doyamayan kınalı kuzulara,

Sevdası yarım kalanlara,

İmanları ummanları aşanlara,

Bir hilâl uğruna batan güneşlere,

Arıburnu’na bal yapmaya gidenlere,

Bizden binlerce selam olsun…

Hepsine binlerce selam, binlerce minnet, binlerce rahmet, binlerce fâtiha…

Selam Türk’ün bayrağına…

Selam Mehmetçik’e…

Ne Mutlu Türk’üm Diyene…


Trakya Demokrat Gazetesi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
13 Mayıs 2024 10:38
3 Nisan 2024 10:14