Dolar 32,2074
Euro 35,0559
Altın 2.524,68
BİST 10.682,06
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Tekirdağ 23°C
Parçalı Bulutlu
Tekirdağ
23°C
Parçalı Bulutlu
Sal 23°C
Çar 22°C
Per 23°C
Cum 24°C

GORE GLAVATA!

14 Mart 2024 10:23
A+
A-

“Gore glavata” Bulgarca bir söz, “Başını dik tut” anlamına geliyor. Hatice Zafer’in kitabının adı da buradan gelmekte.

Gore Glavata: Başını Dik Tut”

Hatice Zafer ismini ilk kez bu kitap ile duydum. Hatice Zafer bir Bulgaristan göçmeni. Bu kitapta anlattıkları ise Bulgaristan göçmenlerinin, Bulgaristan Türklerinin bir o kadar hazin ve onur dolu öyküsü. Öykü ama kurmaca değil. Yaşanmış, gerçek bir öykü. Ki zaten o yaşananların hangisi bir kurmaca veya sadece bir kalemin ürünü olabilir.

Hatice Zafer kitabın başında Mustafa Kemal Atatürk ve İlber Ortaylı’nın sözlerine yer vermiş:

“Muhacir diye küçümsenenler, tarihin yazdığı savaşlarda en geriye kalanlar, yani ‘düşmanla sonuna kadar dövüşenler çekilen ordunun ricat hatlarını sağlamak için kendilerini feda edenler ve düşman karşısında kaçmak, çekilmek nedir bilinmeyenlerdir. Muhacirler kaybedilmiş ülkelerimizin milli hatıralarıdır.” (17.01.1931, Mustafa Kemal Atatürk)

“Maalesef yeni nesil Balkanları tanımıyor ve oradan göç edenlerin torunları bile bilmiyor. Dedesi şehit düşmüş ya da muhacir olmuş, oradan bin bir zorlukla göç etmişler ama tanımıyorlar, ilgilenmiyorlar. Bunu ‘geçmişe mazi’ diye tanımlamanın ötesinde, tarih örgüsüne ve şuuruna karşı mutlak bir kayıtsızlık ve bilgisizlik olarak nitelemek gerekir.” (İlber Ortaylı, Atatürk kitabından)

Hatice Zafer’in bu kitabı yazmasının amacı ise torunlarına, yarınlara bir hatıra bırakmak. Onlara, annelerinin, babalarının, dedelerinin, atalarının neler yaşadıklarını anlatmak.

Kitapta Dobrucalı Çıkıkçı Süleyman Aga’nın ve ailesinin öyküsünü Süleyman Aga’nın kızı Hatice Zafer’den okuyoruz.

Gore Glavata; başını dik tutanların, dini, dili ve milliyeti için bedel ödeyenlerin, Bulgaristan Türklerinin öyküsü!

Onlar;Beyaz-yeşil-kırmızı bayrak altında, ay yıldızlı al bayrağa hasret yaşayanlar,Osmanlı’nınBalkanlar’daki, Bulgaristan’daki mirasçıları,Evlâd-ı Fâtihan’lar…

Ben de onlardanım. Onların bir parçasıyım.

Hatice Hanım ve ailesi Dobruca’dan göç etmişler, 1989’un Haziran ayında… Benim ailemse aynı yıl ve aynı ayda Eskicuma’dan… Ondan sebep olacak ki okurken bana anlatılanlar canlandı gözümde. Hüznün ve gururun gözyaşlarına teslim olmamak elde değildi.

Ben Hatice Zafer’e böylesi kıymetli bir esere imza attığı, Bulgaristan’daki Türklerin yaşadıkları sıkıntıyı, mezalimi, sonrasında Türkiye’deki yaşamlarını konu edindiği için şükranlarımı sunuyorum.

Kitapta, yaşananlar Zafer ailesi özelinde anlatılıyor fakat okuduğunuzda diğer Bulgaristan Göçmenlerinin hikayesini de okumuş kadar olacaksınız. Bundan eminim.

***

Yine bir başka Tekirdağlı ve aynı zamanda Bulgaristan Göçmeni yazarımız Ramis Çınar, “Elveda Rumeli” romanında Balkan Savaşı ve 1.Dünya Savaşı yıllarında Bulgaristan’da iki Türk ailenin yaşamını konu alıyordu. İlk defa ortaokulda okumuştum bu romanı.

Ben Hatice Zafer’in “Gore Glavata: Başını Dik Tut” ve Ramis Çınar’ın “Elveda Rumeli” adlı eserlerinin mutlaka ama mutlaka okunmasını öneriyorum. Özellikle kökleri Balkanlar’da, Bulgaristan’da olanların…

***

Sizlere “Gore Glavata: Başını Dik Tut”tan, okuduğum, okurken etkilendiğim ve önemli bulduğum, altını çizdiğim satırlar arasından bir kısmını aktarmak istiyorum:

“İsmi değiştirmek kolay, ya kanı?” (s.60)

“Mantığı olmayan bir kararın gidişatı da mantıksız hatta tehlikeli olabilir. Bir şey fanatizm ile yan yana geliyorsa kesin tehlikelidir.” (s.66)

“Dilini ve inancını yok ettiğin bir insanı değiştirmek en kolayı değil mi?

Bulgaristan’daki Türklerin sayısı hükümet verilerine göre 800 bin, dış kaynaklara göre ise 2 milyondan fazlaydı. Ülke olarak 9 milyonluk nüfusu olan Bulgaristan için bu rakamlar Türklerin azınlıktan çıkıp onlar için bir tehdit oluşturduğu anlamına geliyordu.

Ecevit’in geçmişte sayısı az olan Kıbrıslı Türkler harekâtı gibi Bulgaristan’daki Türkler için de yapabilir korkusu sarmıştı besbelli Bulgar hükümetini.

…Başta TodorJivkov olmak üzere Bulgar hükümetinin amacı Müslümanlığı ve Türk soyunu kökten silmekti. … Ataların asırlık mezar taşlarını söküp yollara döşediler, barbarlığın her çeşidini yaptılar.

70’lik, 80’lik nine dedeler Aççeler oldu Ankalar, Hüseyinler oldu Hristolar!”(s.73-74-75)

                “Ne kadar eğitimli, lider vasfı taşıyan Türk varsa hepsinden korkuyordu Bulgarlar. Onlar halkı ayaklandırabilir, hükümetin dünyaya hiç duyurmak istemedikleri isyanı başlatabilir nitelikteydiler” (s.76)

“…yılların vatan hasretini akıttı muhacirler o seçtikleri soyadlarına. Her bir soyisim, kişinin yaşadıklarının, hissettiklerinin kelimeye dönüşmüş haliydi, özetiydi resmen. Yüzlercesi “Vatansever’ler, Öztürk’ler, Türker’ler, Yurtsever’ler, Kahraman’lar, Dönmez’ler, Mutlu’lar, Cesur’lar, Ayyıldız’lar, Serbest’ler” Bu soyadlarını seçmekten yanaydılar.” (s.128)

“Aldıkları yevmiyeleri harcamıyordu hiçbiri, çoğunlukla evde duran çocuklara bakan, ailede çalışanlara yemek yapan babaanneye, anneanneye verilirdi. Onlar eve giren maaşları bir araya toplar taksim ederdi alışveriş için, kira borçları, giderler için; birikimleri de onlar yapardı. Bütün uğraşlar gayret ve çabalar yeterince para biriktirip boş bir arsa alıp üzerine ev yapabilmek içindi. Ev, her bir göçmen için güvenceydi, ehemmiyetti.”  (s.138-139)

“1989 yılında Bulgaristan’dan göç etmeleriyle birlikte, arkalarında bıraktıkları ülkeyi hiç abartısız tam bir kaosa çevirmişti Türk azınlığı. Tarımda, fabrikalarda, hizmet sektöründe çok büyük bir iş gücü oluşturan Türklerin göç etmesi, ülkenin ekonomisine yadsınamayacak ölçüde zarar vermişti. Bulgaristan’ın omurgasını oluşturan bu çalışkan halkı istenilmeyen azınlık ilan etmeleriyle hükümettekiler ne büyük hata yaptıklarını sonradan, iş işten geçtikten sonra öğrenmiş oldular.

Bulgaristan’da ekonomik ve toplumsal olarak etken oldukları gibi göçmenler, Türkiye’nin o 90’lı yıllarında yapılan birçok olumlu ve olumsuz değişikliklerin öncüsü olmuşlardı. Fabrika yöneticileri artık işçi alımında lise mezunu olma şartını koşuyordu. Tabii bu yerli işçi kesimini de rahatsız etmiyor değildi. Hatice’nin çalıştığı fabrikada, göçmenlerin gelişiyle birçok işçinin işten çıkarılması söz konusuydu. Göçmenler onlara sunulan düşük de olsa maaş miktarına itiraz etmeden kabul ediyor yeter ki işimiz olsun, kiralar ödensin, geçimimiz sağlansın diyerek razı geliyorlardı. İşverenin tercihi de onlardı, muhtaç ve sorun yaratmayan elemanlar. Onlardan önce çalışanlar işten çıkarılıyor göçmenler işe alınıyordu. Dolaylı olarak da olsa “yerli işçinin” elindeki ekmeği, göçmenler yüzünden alınmış oluyordu. Aynı şekilde artan kira talebinden dolayı da kiralara büyük zamlar yapılıyordu. Bundan da yine göç menler sorumlu tutuluyordu.

Bu bahtsız Türk azınlığı, ötede totaliter sosyalist rejimin kurbanı olmuş, geldikleri yerde de kapitalizmin oyunlarına ve katı kurallarına maruz kalmıştı.”(s.151-152)

“Buralı olmaya gelmiş ama… Buralı olamamış olan küçük muhacir kızı…

Nesiller boyu onlar zaten ne oralı ne buralı olabilmişlerdi.”(s.183-184)

“Asırlardır nesilden nesile aidiyet kimliği özlemi çekenlerden, el memleketinde “ötekilerden” diye damgalananlardan biri.

Uğradıkları haksızlıklardan şaşkın ve kederli, içleri yanarak birer valize umutlarını sarıp sarmalayarak ana vatanının koynuna sığınmış insanlardan biri.

Onlardan biriydi Dobrucalı Süleyman.

Kutlu davasını kazanmış, ezelden beri vatan bildiği Türkiye’sine kavuşmuş olan.” (s.210)

(ZAFER, Hatice (2021). Gore Glavata Başını Dik Tut. Ankara: Atayurt Yayınevi)

***

Bulgaristan Komünist Partisinin (BKP) ve lideri TodorJivkov tarafından Bulgaristan’daki Türklerin zorla adları değiştirilmiş. Türkçe konuşmaları ise yasaklanmış. Jivkov rejiminin “Yeniden Doğuş” adını verdiği esas asimilasyon kampanyası 1884-1985 döneminde başlatılmış. Rejimin uluslararası alanındaki propaganda tutumuna göre, sözde “farklı etnik şuura sahip olan vatandaşların, yanılgılarının farkında olup, gönüllü olarak Bulgar soyuna doğru dönüş yapmak istedikleri” öne sürülmüş. Bu sürece karşı çıkan Türk aydınlarını ise Belene Kampı gibi sürgün kamplarına göndermiş ve türlü işkencelere maruz bırakmıştır. (Belene Kampı ile ilgili ayrıntılı bilgi için ayrıca Namık Kemal Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hasan Demirhan’ın “Belene Adası; Kültürel Soykırım, Fiziksel ve Psikolojik Şiddet Kampı” kitabını inceleyebilirsiniz) TodorJivkov döneminde yaklaşık 300.000 Türk’ün bir kısmı sınır dışı edilmiş, bir kısmı da dış baskılara dayanamayıp Bulgaristan’ı terk etmiştir. Ülkeyi terk edenlerin büyük çoğunluğu Türkiye’ye göç etmişlerdir.

1989’da Bulgaristan’daki Türklerin Türkiye’ye göç etmesinin ardından Bulgaristan’da şu an daha net görülen ekonomik durum da göz önünde bulundurulduğunda zamanın idarecilerinin ülkeleri için ne kadar büyük bir hata yaptıkları aşikâr.

2019 yılında vizyona giren, millî haltercimiz Naim Süleymanoğlu’nun hayatını anlatan “Cep Herkülü: Naim Süleymanoğlu” filmi de Bulgaristan Türklerinin o dönemde yaşadığı mezalimi çok güzel bir şekilde anlatıyor. Ki Zaten Naim Süleymanoğlu da Bulgaristan Türklerinin sesini tüm dünyaya duyuran ve buraya gelmelerinde çok büyük payı olan, bir halterciden ziyade adeta millî bir kahramandır.

Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç eden Türkler için birtakım kendini bilmez Tanrı Dağı kadar Türk ve Hira Dağı kadar Müslümanlarımız tarafından bazen, “Bulgar, Bulgar Türkü” gibi ifadeler kullanılıyor. Hatta bazen o kadar hayasızlaşıyorlar ki Arap mülteciler ile dahi bir tutma noktasına gelebiliyorlar. Onlara Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın şu sözleri yeterli, eğer anlayabilirlerse:

“Birtakım insanlar diyor ki ‘Rumelililer gelip yerleşirken iyi de Suriyeliler gelince mi kötü oldu?’ E yani onlara da selam söyleyelim ama Rumeli’deki anavatanın içinden gelen insanlar sizin mütalaanızın haricindedir. Haddinizi bilin. Suriyeliyi tutacaksan, burada kalsın diyeceksen kalsın, fakat kalkıp ama sizde zaten Rumeli’den geldiniz, yok adalardan geldiniz demesin. Nereden geleceklerdi ki, Osmanlı İmparatorluğu Anadolu’da bir sürü yerleri almadan evvel çoktan Tuna’yı bulmuş. Fatih’in zamanında Devlet-i Aliyye’nin sınırları neresiydi? Bosna Hersek, Arnavutluk, Yunanistan’ın aşağısına inmişiz yani, bitmiş. Bulgaristan 1395’ten beri, yani bugünkü Bulgaristan, artı Eflak-Boğdan ve Kırım karşıda. Kırım zaten Türklerin oturduğu yakın bir yer, şimdi bunlar elimizdeyken yıl 1460, yani çoktan tamamlanmış. Bu son derece densizlik. Burada sırf cehalet değil, bana göre cehaletle beslenen etnik eğilimler var bu çok tehlikeli. Kendi adını, kendi kültürünü koymamış insanlar bir şeyi yalıyorlar yani. Türk unsuruyla çok uğraşmaya başladılar. Bu sağlıklı değil, bu beni çok ürkütür.”

Dertleri çok açık. Meclis ilk açıldığında Selanik bizim topraklarımıza dâhil olmadığı için Atatürk’ün milletvekili olmasına engel olmak isteyenler olmuştu. Bunlar da o yoldan devam ediyorlar.

Unutulmasın ki Bulgaristan’dan göç eden Türkler keyifleri için değil Türkçe isimleri ellerinden alındığı ve dini inançlarının yaşanması engellendiği için buraya geldiler. Türklükleri ve Müslümanlıkları için!

***

“Balkanlar’da Türklere olanlar insanoğlunun başına gelen en kötü olaylardan biridir. Bugüne kadar yaşanmış en büyük felaketlerden biridir. Hâlâ hiç kimse bunu bilmez.”

Amerikalı tarih profesörü Justin McCarthy’nin bu sözü asla ama asla unutulmamalıdır.

***

Yine Balkanlar’dan bir olay… 2016 yılında bir televizyon kanalında yapılan programda yaşanan olayı aktarmak isterim. Muhabir, Kosovalı bir gence ”Türkçeyi nerede öğrendin?” diye soruyor. O genç ise dikkat çeken bir cevap veriyor. Muhabirin “Kime mikrofon uzatsak, ”Türkçeyi tam konuşamayabilirim” yanıtını alıyoruz” demesi üzerine, “O kadar da değil, Türkçeme laf kondurtmam” diyor Kosovalı genç.Muhabirin “Türkçeyi nereden öğrendin?” sorusuna karşılık olarak ise:

“Sen nerelisin abi? Türk’sün. Örneğin İstanbullusun. İstanbul kaç yılında fethedildi? 1453. Kosova kaç yılında fethedildi? 1389. Şimdi Türkçeyi ben mi sana öğreteyim, sen mi bana?”

Balkanlar’daki, Bulgaristan’daki soydaşlarımızın acıları, sevinçleri, hüzünleri, türküleri hâlâ Türkçe.  Fakat bu elbette ki o kadar kolay olmuş bir şey değil. Oradaki Türkler milliyetleri, dinleri ve dilleri için ne kadar mücadeleler verdiler… Canları, yurtları pahasına… Ya canlarından oldular ya yurtlarından. Türk olmak zor… Güzel ama zor… Her yerde olduğu gibi… Bulgaristan’da da…

Türk’ün sancağının gölgesi o denli güçlü ki Balkanlar’da…

Bulgaristan’da ve Balkanlarda Türklükleri, dilleri ve dinleri uğruna can veren, şehit olan soydaşlarımızı rahmetle ve minnetle anıyorum. Mekânları cennet, ruhları şad olsun…

Selam olsun dili, dini ve milliyeti için mücadele verenlere!

Selam olsun “İmenata, pravata!” (Adlarımız, haklarımız!), diyenlere!

Selam olsun başını dik tutanlara!

Selaadm olsun “Gore Glavata!” diyenlere!


Trakya Demokrat Gazetesi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
13 Mayıs 2024 10:38
3 Nisan 2024 10:14