ÜSKÜP
(Bu yazı 6-13 Ağustos 2022 tarihlerinde yaptığım Balkan gezisinin bir parçasının ürünüdür.)
Balkanlar… Bal ile kanın hemhâl olduğu, beraber aktığı topraklar…
Balkanları gezmeyi uzun zamandır düşünüyor ve istiyordum. Bunda Balkan göçmeni bir ailenin evladı olmanın etkisi büyük olsa gerek.
Türk’ün gönlündeki Balkan ve Tuna hasreti hiç bitmemiş ki zaten… Boşuna dememiş Yahya Kemal “Türk’ün gönlünde dağ varsa Balkan, nehir varsa Tuna’dır.” diye. Bir tarafımız hep yara, hep yarım, hep hasret…
Üsküp… Yahya Kemal’in doğduğu şehir, “Kaybolan Şehir”i; Bursa’nın Şar Dağı’ndaki devamı…
Üsküp’te Vardar karşıladı bizi, Vardar Nehri… Vardar ikiye bölüyor bu şehri, Tarihî Taş Köprü (Fatih Sultan Mehmet Köprüsü) birleştiriyor. Ağustos sıcağında Vardar’ın sularının dost serinliğinde serinletiyoruz yüreğimizi. Üsküp’teki soydaşlarımızın bakışlarıyla ısıtıyoruz. TRT1 ekranlarında yayımlanan, ne yazık ki final yapan Balkan Ninnisi dizisinden de aşina olduğumuz meydanda buluyoruz kendimizi. Heykeller selamlıyor âdeta bu şehre gelenleri, büyük ve heybetli heykeller: Makedonların millî kahramanları Büyük İskender, DameGruev, I. Justinianus, GotseDelçev ve Samuil’in heykelleri.
Ne acı ve hazindir ki Makedonlar kendi kültür ve tarihlerine, millî kahramanlarına Üsküp’ün tam merkezinde bu denli büyük ve gösterişli eserlerle sahip çıkarken yüzyıllar boyu Üsküp’e, Balkanlar’a büyük bir hoşgörü ve medeniyetle hâkimiyet kurmuş olan Osmanlı yani Türk kültürüne dair eserler bu kadar ön planda değil. Ne diyelim, tarihin ve kaderin cilvesi… Eğer bir gün, geçmişte “Elveda” dediğimiz topraklara ileride bir gün “Merhaba” dersek, ki inşallah diyeceğiz, işte o zaman eski ihtişamıyla yeniden var olacak medeniyetimiz orada.
Yavuz Bülent Bâkiler’in“Üsküp’ten Kosova’ya” adlı eserini okurken ne kadar iç geçirmiştim, şimdi ise kendi gözlerimle buna tanıklık etme fırsatım oldu. Bâkiler, Üsküp adlı şiirinde:
“Bir yanım İstanbul bir yanım Bursa
Çeşmeler, kubbeler, kervansaraylar…
İnsan bir de vatanının sevdalısı olursa
Ağlar Üsküp’te çaresiz, sabaha kadar.”diyor
Üsküp’ün Türk tarafı… Türk Çarşısını gezerken, yüzümüze çarpan medeniyetimizin kokusunu buram buram hissediyoruz. Balkan Ninnisi’ndeki Köfteci Süleyman’ın köfteci dükkânını arıyor gözlerimiz. Gidiyoruz ama maalesef ki kapalı bir dükkân karşılıyor bizleri. Kısmetimizde yokmuş demek ki, çekimleri kaçırmışız. Bu tarz dizilerin, özellikle de iyi ve kaliteli yapıldıkları takdirde ne kadar başarılı olduklarını, bizlere neler hissettirdiklerini ve ne anlam taşıdıklarını geçmişte Elveda Rumeli dizisiyle gördük. Kaçımız unutabildik o dizideki sıcaklığı, Rumeli’yi, Rumeli insanını, Rumeli’deki bizi…
Yavuz Bülent Bâkiler, Bizim Türkümüz adlı şiirinde bu durumu çok güzel ifade ediyor:
“Balkanlarda büyük, öksüz kubbeler
Minareler, şadırvanlar, kervansaraylar
Bizi söyler, anlatır Mimar Sinan’dan beri
Üsküp’te, Estergon’da, bir atar damar gibi
Davullar, zurnalar ve serhat türküleri…
Yüzyıllardan beridir Altaylardan Tuna’ya
Bizim türkülerimizdir söylenen
Konuşan dil, bizim dilimizdir
Renk renk, nakış nakış uzayan toprak değildir
Kilimlerimizdir…”
Hani Yahya Kemal Beyatlı diyor ya, “TÜRKÇENİN ÇEKİLMEDİĞİ YERLER VATANDIR. Ancak çekildiği yerler vatanlıktan çıkar; vatanın kendi gövde ve ruhu Türkçedir.” diye. Biz bir kez daha gördük ki gerçekten öyle; ses bayrağımız Türkçemiz nerede dalgalanıyorsa, Türkçe nerede ise orası bizler için hâlâ vatan. Balkanlar’daki soydaşlarımızın acıları, sevinçleri, hüzünleri, türküleri hâlâ Türkçe. Fakat bu elbette ki o kadar kolay olmuş bir şey değil. Oradaki Türkler milliyetleri, dinleri ve dilleri için ne kadar mücadeleler verdiler… Canları, yurtları pahasına… Ya canlarından oldular ya yurtlarından. Türk olmak zor… Güzel ama zor… Her yerde olduğu gibi… Balkanlar’da da.
Makedonya dağları deyince aklıma Resneli düşüyor birden, Resneli Niyazi Bey. Niyazi Bey, 1908 Temmuz’un da dağa çıkarak Meşrutiyet’in ilanında önemli rol oynamış bir isim. Bir Hürriyet Kahramanı… Tıpkı Enver Paşa gibi…
Üsküp’tebiz, “biz” i bulduk.
Üsküp’ü unutmak zor… Hatırımda en çok kalan, bende bu gezi sırasında en çok iz bırakan şehir Üsküp oldu. Bir daha tekrar gidip görmek, tekrar “Merhaba” demek ümidiyle…
Ne diyordu türküde:
“Gelse de Rumeli elveda sırası
Gölgenden uzak atar mı yüreğim?”
…
Merhaba Rumeli
Çegan Tepesi’nde düşmeseydi Enver şehit
Talât gitmeseydi kurban bir puşt Ermeni kurşununa
Ve yaşasaydı Mustafa Kemal en az bir on sene kadar
Eğer mümkün olsa idi, çıkmasaydı harb-i sani
Kurtulduktan sonra memleket, Misak-ı Millî ’den öte
Girer miydik yeniden, şanlı ordunun başbuğları en önde
Bizim olan ata vatan Rumeli’ye, bir kez daha “Merhaba” demeye
Trakya Demokrat Gazetesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.