Dolar 32,2200
Euro 35,0544
Altın 2.523,01
BİST 10.643,58
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Tekirdağ 23°C
Parçalı Bulutlu
Tekirdağ
23°C
Parçalı Bulutlu
Sal 23°C
Çar 23°C
Per 24°C
Cum 24°C

“YABAN” VE “KÜÇÜK AĞA” ROMANLARINDA ANADOLU’YA BAKIŞ

5 Mart 2024 10:34
A+
A-

Özet

Romanlardan tarih öğrenilmez. Ama romanlar olmadan tarih de öğrenilmez. Kıymetli ve büyük tarihçilerimizden İlber Ortaylı bu durumu bu şekilde ifade eder. Yani edebî eserler, sanat eserleri tarih öğrenmede önemli rol oynarlar. Bu konuda da bu eserlerin sahiplerinin üslubu ve yeteneği ön plana çıkar. Bu noktada ele alınan iki büyük eser, Yaban ve Küçük Ağa Millî Mücadele’yi, Kuvayımilliyeyi bizlere edebî manada farklı bakışlardan aktaran kıymetli eserlerdir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu Millî Mücadele’yi daha Kuvayımilliyeci, daha Ankara Hükümeti’ne yakın anlayış ile Anadolu insanına bakarken Tarık buğra ise Anadolu insanı ile empati kurar. Daha muhafazakâr bir bakış açısı ile olaya yaklaşır. Bu durum iki yazarımızdan birini yanlış bir konuma yerleştirmez. Aksine bizlerin edebî ve fikrî dünyasına zenginlikler katar. Bu noktada edebî eserleri yazarlarının dünya görüşlerine, ideolojilerine ve yazılma zamanlarına göre değerlendirmemiz gerekir. Bu çalışmada bu iki romanda yazarların Anadolu’ya ve Anadolu insanına bakışı konu edilmiştir. Yaban ve Küçük Ağa bu değerlendirmede, bu açıdan iki farklı görüşün sembol eserlerinden olduğundan bu iki eser çalışmaya konu olarak seçilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaban, Tarık Buğra, Küçük Ağa, Millî Mücadele, Anadolu, Anadolu insanı

Giriş

Bu çalışmanın amacı Türk edebiyatında eserleriyle birer abide, birer anıt olmuş olan iki yazarımızın, romancımızın, Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU ve Tarık BUĞRA’nınYaban ve Küçük Ağa adlı eserlerindeki Anadolu görüşünü, bakışlarını ve izlenimlerini incelemektir. Amaç, kesinlikle bu iki yazarımızdan birini diğerinden daha güçlü veya haklı çıkarmak değil ikisinin de görüşlerini ortaya çıkarmaktır.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, tarihimizin büyük olaylarının meydana geldiği bir dönemde yetişmiştir. Tarihî ve siyasi olayların edebiyatın ve yazarlar üzerinde bıraktığı etkiyi ise yazarların fikir dünyalarında ve bu ölçüde eserlerinde açıkça görmemiz mümkün oluyor. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban adlı eseri de aynı şekilde bu ortamın, bu havanın bir ürünü olarak yazar tarafından bizlere sunuluyor. Yaban, 1932 yılında yayımlansa da konu bakımından Millî Mücadele dönemini içerir. Dönemin Anadolu’sunu Çanakkale Savaşı’nda yer almış Ahmet Celal’in anı defterinden izlediğimiz eserde, 1.Dünya Savaşı sonrası ve Sakarya Savaşı’nın sonuna kadar geçen sürede bir Anadolu köyünde köylüleri, köyün durumunu, köy ahalisinin Millî Mücadele’ye tavrı bir aydın gözüyle gözler önüne serilir. Yazar, romanda bahsettiği sorunlara daha sonra kaleme aldığı Ankara adlı eserinde de cevap aramaya çalışmıştır.

Yaban, 1996 yılında Nahit Durak’ın yönetmenliğinde eserden uyarlanarak beyazperdeye de aktarılmıştır.

Beşir Ayvazoğlu’nun aynı adlı eserinde (Ayvazoğlu,2020)“Büyük Ağa” diye adlandırdığı Tarık Buğra gerek Türk basın, gerekse Türk edebiyatı tarihinde adından son derece kıymet ile bahsettirmiş, büyük iz bırakmış, bu ölçüde büyük ve önemli eserleri Türk edebiyatına kazandırmıştır. Tarık Buğra’nın 1963 yılında yayımlanan Küçük Ağa adlı eserinde, 1.Dünya Savaşı sonrası oluşan ortamda Millî Mücadele’yi, Kuvayımilliye’yi ve hâkim olan hava itibariyle dönemin Anadolu insanının sergilediği tavrı görüyoruz. Yazar, eserinde Anadolu insanının içinden hiç beklenmedik bir zamanda feveran edebilecek millî ruhu da romanın ana kahramanı İstanbullu Hoca yani Küçük Ağa ile bizlere yansıtmaktadır.

Küçük Ağa; 1984 yılında Yücel Çakmaklı’nın yönetmenliğinde, eserden uyarlanarak 8 bölümlük bir dizi olarak TRT’de de yayımlanmıştır.

İçerdikleri konular ve söz konusu konuların geçtiği zaman bakımından aynı özelliklere sahip bu iki farklı roman, yazarlarının bakış açıları ile dönemin Anadolu’sunu, Anadolu insanını bizlere sunmaktadır.

Yaban’da Anadolu’ya Bakış

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Anadolu’ya bakışına zemin hazırlayan sebeplerden biri Anadolu halkının içerisinde bulunduğu perişan durumdur:

Bu romanda yıllar yılı hiç aranıp sorulmamış olan köy halkının, Anadolu köylüsünün davranışlarının, savaş sırasında nasıl da vurdumduymaz bir hâle büründüğünü, buna karşın, köy halkının uzak durduğu ve “yaban” gözüyle baktığı Ahmet Celal’in köylüleri   bilinçlendirmek uğruna girdiği mücadeleye şahit oluyoruz. Şevket Süreyya Aydemir’in de belirttiği gibi; Yaban’da akseden içtimai örgü, bu çorak stepler ortasında şimdiye kadar  bilinmeyen, şimdiye kadar terk olunan insan malzemesinin karakterinden başka bir şey değildir   (Alpaslan, 2007).

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban romanında Anadolu’ya ve Anadolu halkına bakışı Millî Mücadele ve Millî Mücadele’nin lideri Mustafa Kemal’e alınan tavra göre şekil alır. Romanın başkahramanı Ahmet Celal Çanakkale Savaşlarında kolunu kaybetmiş İstanbullu bir aydındır. Roman da onun gözüyle anlatıldığından, dönemin psikolojisi de göz önünde bulundurulduğunda örtüşme çok rahat bir şekilde görülebilir.

Yazar romanda bu durumu şu şekilde ifade eder:

“İnsan Türk olurda nasıl Mustafa Kemal Paşa’dan yana olmaz?” (Karaosmanoğlu, 2020:152)

Başkahraman Ahmet Celal, Anadolu halkını uzun yılar din kisvesi adı altında ne dinde ne ilimde izahı olmayan birtakım uydurmalarla kandıran dinci, şeyh zümresini de hedefine alır. Eserde bu takımın temsilcisi Şeyh Yusuf’tur:

Benim için, bu bunak ve kurnaz Türk şeyhinin, İstanbul’daki İngiliz subayından farkı nedir? Her ikisinin ruhu ile benim, ruhum arasındaki uçurum, aynı derecede derin ve karanlıktır. Bu da, onun gibi, beni kamçı ile dövecek ya da, etimi bir zindanda çürütmekten zevk duyacak. Şu  anda, burada bulunacağıma, Londra’da bir mutaassıp Protestan rahibinin evinde olsaydım, aynı istiskali görmeyecek mi idim? Aynı hüznü, aynı elemi, aynı yabancılık ve kimsesizlik hissini                 duymayacak mı idim?(Karaosmanoğlu, 2020:48)

Yakup Kadri, bir arkadaşının, beni asıl tedirgin eden olayın, kendi içimizdeki   anlaşmazlıklardır, uyumsuzluklardır, demesi üzerine; sen, İstanbul’daki karışık ve bulanık bir şehir halkının durumunu bütün millete mal ediyorsun, asıl vatan, asıl millet olan Anadolu’yu hesaba katmıyorsun diyerek, Anadolu’nun mayasının yoğrula yoğrula şekillendiğini  belirtmiştir. Anadolu insanın temiz kalpli, candan insanlar olduğunu ve bütün kızların kardeş,    bütün çocukların evlat olduğunu, herkesin birbirleriyle dost olduğunu dile getirmiştir. Fakat     işlenen yanlış politikalar yüzünden; düşmana akıl öğreten hocaların, düşmana yol gösteren köy  ağalarının, komşusunun malına göz diken eşrafın, asker kaçağını koynunda saklayan zinacı   kadınların, düşmanla işbirliğinde bulunan sözde vatanseverlerin çıktığı yer olarak da    göstermektedir bu toprakları. Buradan yola çıkarak, yazar, aydının içine düştüğü durumu, toplum için üstlendiği rolü dile getirmiştir (Alpaslan, 2007).

Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın. Bir vücudu  vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı! İşletemedin. Onu, hayvanı duyguların,  cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün arasında bir  yabani ot gibi bitti. Şimdi, elinde orak, buraya hasada gelmişsin. Ne ektin ki, ne biçeceksin? Bu  ısırganları, bu kuru dikenleri mi? Tabii ayaklarına batacak. İşte, her yanın yarılmış bir hâlde kanıyor ve sen, acıdan yüzünü buruşturuyorsun. Öfkedenyumruklarını sıkıyorsun. Sana ıstırap  veren bu şey, senin kendi eserindir, senin kendi eserindir.(Karaosmanoğlu, 2020:111)

Bir milleti ayakta tutan belli başlı değerler, bilinçler vardır. Bunlardan biri millet olma bilincidir. Bir milletin paydaşları eğer benliğinin farkında değilse o zaman ne kadar millet olabilir? Romanda Anadolu ahalisinin bu durumuna da değinilir. Ahmet Celal’i, Mustafa Kemal’in taraftarı olduğu için suçlayan Bekir Çavuş’un şu sözleri de buna ispat niteliğindedir:

“Biz Türk değiliz, Müslümanız…”(Karaosmanoğlu,2020:173)

Burada ümmet anlayışı, millet olma bilincinin önüne geçmiştir. Fakat Anadolu’daki eğitim durumu ve geri kalmışlık buna sebep olan etkenlerdendir. Osmanlı padişahlarının halife olmaları da göz önünde bulundurulmalıdır. Dolayısıyla toplumda inanç, milliyetten daha önemli bir unsur hâline gelmiştir.

Aynı zamanda bir aydın-halk çatışmasının temele alındığı romanda yazarımız, başkahraman Ahmet Celal’in nezdinde aydın olmanın gereklerinden biri olan öz eleştiri yapar:

Eğer, bilmiyorlarsa kabahat kimin? Kabahat, benimdir. Kabahat, ey bu satırları heyecanla okuyacak arkadaş; senindir. Sen ve ben onları, yüzyıllardan beri bu yalçın tabiatın göbeğinde, herkesten, her şeyden ve her türlü yaşamak zevkinden yoksun bir avuç kazazede hâlinde bırakmışız. Açlık, hastalık ve kimsesizlik bunların etrafını çevirmiştir. Ve cehalet denilen zifiri  karanlık içinde, ruhları, her yanından örtülü bir zindanda gibi mahpus kalmıştır.

Bu zavallı insanlardan, sevgi, şefkat ve insanlık namına, artık ne bekleyebiliriz? Bu iklimin  çoraklığı, ruhlarını kurutmuştur. Bu ıssızlık ve bu gurbet onlara müthiş bir egoizm dersi    vermiştir, Onun için her biri kendi yuvasında bir kunduza dönmüştür.(Karaosmanoğlu,  2020:181 )

Bu hamlesi karşısında yazarı sadece sitemkâr bir aydın olarak görmemiz olanaksızdır. Gerek yazarın yaşadığı ve eserin konu itibariyle işlediği dönem ve yazarın düşüncesi de bu duruma bir gerekçe olarak sunulabilir. Eserin yazma zamanı ile ilgili değerlendirmeyi ise Selim Altıntop (2007) şu şekilde yapmaktadır:

Yazma zamanı pek fazla dikkat çekmeyen, ama romanın var olmasında önem taşıyan bir roman  unsurudur. Romanı, yazılma zamanından soyutlayarak anlamaya çalışmak eksik bir anlamlandırmayla sonuçlanacaktır. Çünkü yazar bir roman zemini oluşturmaya yeltendiğinde,  çoğunlukla, onu buna sevk eden, tespit edilebilir veya kestirilebilir bir haricî uyarıcı bulunur. Bu etken, bazen bütün roman atmosferini yoğun bir şekilde kaplarken, bazen de daha az   hissedilir durumdadır; ama mutlaka var olan bir roman- boyutudur. Söz gelimi 1932 yılında  basılan Yaban romanında bu o kadar belirgindir ki, yazar, bu romanda anlattığı vakaların cereyan ettiği zamanın reel karşılığı olan dönem yazılarında farklı şeyler söylerken, Yaban‘da o   zaman söyledikleriyle atmosfer olarak taban tabana zıt bir yaklaşım gösteriyor(Altıntop, 2007).

Berna Moran da Yakup Kadri’nin bu iki farklı tavrının atlını çizer. Yakup Kadri’nin, Millî Mücadele yıllarında yazdıklarının üzerinden yaklaşık on sene geçtikten sonra aynı düzlemde romanda yazdıkları arasındaki büyük farkın sadece romanda geçen olayların etkisini kaybetmesindenkaynaklanmadığını, aksineYaban‘daki görüşlerin 1930’lu yıllardaki, yazarın içinde bulunduğu Kadro ekibinin niyetleriyle yakından bağlantılı olduğunu ortaya koyar (Moran, 2021: 217).

 Küçük Ağa’da Anadolu’ya Bakış

Eserde adı geçen Anadolu kasabası Akşehir’dir. Tarık Buğra da Akşehirlidir. Bu noktada eserde yer alan coğrafi özelliklerin, doğal güzelliklerin betimlenmesindeki ustalık Akşehirli olan yazarımızın güçlü hafızasını da bizlere gösterir. Yazarın Akşehirli olması ve çocukluğunun orada geçmesi, aynı zamanda eserin mekân edindiği coğrafyaya hâkim olma konusunda da bir avantajdır.

Eserin başında, 1.Dünya Savaşı’nda kolunu kaybeden Çolak Salih’in cepheden eve dönüşünün anlatıldığı kısım başarılı bir şekilde dramatiktir. Salih’in annesi ile arasında geçen diyalog, arkadaşı Niko ile arasında geçen konuşmalar da keza aynı havayı adeta bizlere yaşatmaktadır.

Romanda karşıtlık Millî Mücadele ve Kuvayımilliye yanlısı halk ve karşı düşüncedeki insanlar arasında işlenir:

Roman açık bir teze sahiptir ve bu tez milletin ve devletin bağımsızlığının tek bir yönetime         yani Ankara hükümeti yönetimine borçlu olduğu, bu yönetimin karşısında olanların niyetlerine            hiçbir şekilde ulaşamadığı ve kimisinin de doğru olana ulaşmayı başardığı şeklinde  düşünülebilir. Çolak Salih, İstanbullu Hoca, Doktor Haydar Bey, Ali Emmi, Reis Bey, Küçük    Hacı, Yüzbaşı Hamdi, Yüzbaşı Nazmi gibi roman tiplerinin her biri milletine ve milliyetine son    derece bağlı, olumlu kişiler olarak çizilmiştir. Fakat bu kişilerin bağlılıkları farklı yönden     ilerlemektedir. Her biri milletin bağımsızlığını ister ama bu isteklerini farklı paralellerde  gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar (Bulut, 2015).

Eserin yazıldığı tarihte alışılmış bir resmî tarih anlayışı vardır. Yazar da bu tarih anlayışına göre değil kendi görüşüne göre, daha muhafazakâr bir milliyetçilik anlayışıyla eserde Millî Mücadele’yi işlemiştir, bu yönüyle Küçük Ağa romanının dönme bakış anlayışının Yaban romanındaki anlayıştan farklı bir anlayışa sahip olduğundan söz etmemiz mümkündür.

Ona göre Millî Mücadele’nin başlarında bu mücadeleye muhalif olanlar suçlanmamalıdır.          Buğra, muhaliflerin de içinde vatan sevgisi, devlet şuuru ve din birlikteliğinin iç içe olduğunu düşünmektedir. Bu açıdan düşünüldüğünde Buğra’nın Kemalist çizgiden uzak bir yazar değil,  her kesimin aynı çizgide buluşmasını isteyen bir yazar olduğu anlaşılacaktır. Altı yüz yıllık bir  resmî tarihin önüne derhâl yepyeni bir tarih anlayışı konulamayacaktır. Dolayısıyla bu yeni       anlayışa inanmak bir anda gerçekleşmeyeceğinden o süreçte yanılan kimselerin olması                normaldir. Buğra işte bu çelişmeler arasında Küçük Ağa romanını yayımlar. Küçük Ağa işte bu çelişkilerin ve açmazların üzerine kuruludur. Romanın merkez kişisi İstanbullu Hoca, yani        romanın sonuna doğru alacağı ismiyle Küçük Ağa, bir din adamı iken aynı zamanda da bir Kuvayımilliye muhalifidir. O sürecin resmî görüşleri doğrultusunda düşünülürse derhâl asılması gereken bir adamdır. Ancak Buğra bunun olmasına izin vermez. Öncelikle onun da en         az Kuvayımilliyeciler kadar vatanına bağlı bir kişi olduğunu gösterir. Daha sonra bu bağlılığın   Kuvayımilliyecilerin bağlılığı gibi değil, aksine altı yüz yıllık bir tarihsel geçmişin varlığına       bağlılık olduğunu gözler önüne serer (Bulut, 2015).

Yazar, dönemin Millî Mücadele romanlarında yer alan genel anlayıştan farklı olarakAnadolu’ya ve Anadolu insanına içerisinde bulundukları ortam ve şartları da göz önünde bulundurarak empati yoluyla bir bakış açısı sunar.

Kurtuluş umudu 6 yüzyıllık yaşama geleneğinin karşısında idi. Hiçbir milletin tarihi bu kadar      trajik bir gelişme göstermemiştir. Bu çelişmede doğru yolu seçmek bir erdem işi olmaktan            çıkıyor, herkesten beklenmeyecek bir görüş üstünlüğü gerektiriyordu. Buna karşılık yanılanları   suçlandıramazdınız; zira menekşe rengi mor olduğu için ne kadar suçluysa, bu insanlar da      yanılmaları yüzünden o kadar suçlu idiler. (Buğra, 1970: 113)

Eserde Çerkez Ethem gibi tarihî karakterlere de yer verilir. İstanbullu HocaKuvaımilliyecilere ve önderleri Haydar Bey’e muhalif bir tavır sergiler.Kuvayımilliyecileri vatana ihanetle suçlar ve padişahın desteklenmesini ister. Buna karşılık Ankara Hükümeti’nden İstanbullu Hoca için “vur emri” çıkarılır. İstanbullu Hoca da kasabadan kaçarve Çakırsaraylı Çetesi’ne sığınır. Burada “Küçük Ağa” olur. Kuvayımilliyeciler, Çakırdaraylı Çetesi’ni kıstırırlar fakat Küçük Ağa kurtulur, Çerkez Ethem’in ortanca kardeşi Tevfik Bey’in çetesinde bir müfrezenin başına geçer. Bu arada Küçük Ağa, zaman zaman kendi içinde bir muhasebe yaprak doğru yolda olup olmadığını düşünür.

Çolak Salih’e Hoca’yı yakalama görevi verirler. Çolak Salih, Hoca’yı yakalamak üzere yola çıkar onu bulur, onunla konuşur. Zaman içinde HocaKuvayımilliye hareketinin haklılığını kavrar, Çolak Salih’in de etkisiyle artık taraf değiştirerekKuvayımilliye saflarına katılır. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında önemli roller üstlenir, hatta bir çarpışmada sağ kolundan yaralanır. Hilafet yanlısı olan Küçük Ağa böylece Kuvayımilliye saflarına geçmiş ve Millî Mücadele’ye destek vermiştir.

Tank Buğra’nın da isabetle belirttiği gibi İstiklal Savaşı esnasında yanılanları anlayışla                karşılamak gerekir. Zira asırlar boyu bir merkezden cihada çağrılmaya alışmış olan ahalinin, yeni bir merkezin ülke için bir kurtuluş savaşı yapmak üzere çağrısı ile karşılaşınca trajik bir      tereddüt geçirmesinde pek de yadırganacak bir taraf yoktur. Çünkü birden, herkesin, kurtuluşun            Ankara’dan vaki davetle gerçekleşeceğini sezmesi, kavraması kolay bir şey değildir. Bu                                romanda Küçük Ağa’nın yaşadığı ağır tereddüt trajedisinin anlatılması bu açıdan oldukça         değerlidir. Çünkü roman atmosferi içinde Küçük Ağa öncesi ile Küçük Ağa sonrasıyla                 İstanbullu Hoca’nın, namıdiğer Mehmet Reşit Efendi’nin vatanseverliği hakkında hiç kimsenin           en ufak bir kuşkusu yoktur. Millî Mücadele’yi yöneten kadro, İstanbullu Hoca’nın vücudunu             ortadan kaldırma kararını verdikten sonra bu görevi alanlar, onu öldürmek istemezler. Haber     alıp da kaçıp gitse ne olur, diye dua ederler (Altıntop, 2007).

Yazar, millî birliğin sağlanması konusunda da önemli mesajlar içeren bu eserde bu birliğin sağlanmasında atılacak adımlara da etkili bir üslupla eserde yer vermiş ve işlemiştir.

 Sonuç

 Her iki eserde de işlenen dönem ve olay aynıdır, sadece yazarların Anadolu’ya ve Anadolu insanına bakış açısı farklıdır. Yakup Kadri Karaosmanoğlu direkt olarak Kuvayımilliyeyi yani Millî Mücadele’yi destekleyen bir tavırla Anadolu’ya ve Anadolu insanına yaklaşırken Tarık Buğra ise daha anlayışlı bir bakış açısıyla, Anadolu insanı ile âdeta empati kurarak, yaklaşır. Bu bakış açısını etkileyen unsurlar arasında yazarların dünya görüşleri, ideolojileri, tarihe bakış açıları ve eserlerin yazılma tarihleri önemli etkenler arasındadır. Bakış açıları farklı dahi olsa iki eserde de sonuç itibari ile Millî Mücadele ve Kuvayımilliye yanlısı bir tavır söz konusudur. Sadece işlenme şekilleri farklıdır. Bu doğrultuda Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Tarık Buğra özelinde durum incelendiğinde bu farklılıklar bizim edebiyatımıza, tarihimize ve bakış açımızın gelişmesine büyük katkılar ve zenginlikler sunmaktadır. Hem tarihî hem de edebî niteliği önemli ölçüde büyük olan bu iki eserin edebiyat ve fikir dünyamıza, bakış açımıza katkıları da bu şekilde açıklanabilir.

Kaynakça

ALPASLAN, Aytekin (2007). “Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Romanlarında Osmanlı’dan         Cumhuriyet’e Geçiş”. Yüksek Lisans Tezi. Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri        ve İnkılap Tarihi Enstitüsü

ALTINTOP, Selim (2007). “Üç Roman Çerçevesinde Yazma Zamanı: Yaban, Küçük Ağa,            Yorgun Savaşçı”. Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Edebiyat Dergisi. Sayı           18, sayfa 193-204

AYVAZOĞLU, Beşir (2018). Büyük Ağa Tarık Buğra. İstanbul: Kapı Yayınları

BUĞRA, Tarık (1970). Küçük Ağa. İstanbul: Millî Eğitim Basımevi

BULUT, Yıldıray (2015). “Tarık Buğra Romanlarının, Roman Çözümleme Yöntemi’ne Göre        İncelemesi ve Tarık Buğra’nın Romanlarında Milliyetçilik Fikri”.International       Journal of ScienceCultureandSport (IntJSCS)

KARAOSMANOĞLU, Yakup Kadri (2023). Yaban. İstanbul: İletişim Yayınları

MORAN, Berna (2021). Türk Romanına Eleştirel Bakış-1. İstanbul: İletişim Yayınları

 


Trakya Demokrat Gazetesi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
13 Mayıs 2024 10:38
3 Nisan 2024 10:14