BİR TAS HAS HOŞAF (4)
Herkes canının çektiği yemeği söyledi.
Ben taskebabı istedim. Adil de aynısından sipariş verdi. Yanında pilav ve yoğurt gelecekti.
Yemeklerimizi yedik.
Garson boşları alırken;
“Tatlı ister misiniz?” diye sordu.
İki arkadaş muhallebi, bir kişi sütlaç istedi. Ben, Adil, bir arkadaş daha hoşaf söyledik. Kayısı hoşafı.
Garson hoşafları getirmeye giderken, Adil yanına çağırıp; “Benimki yarım porsiyon olsun” dedi.
Masadaki herkes Adil’e baktı.
Garson daha dik bakıyordu. “Hoşaf yarım porsiyon olmaz abi” dedi, Adil’e.
Adil diklendi. “Neden olmazmış, arkadaş? Ben belki o kadar yiyebiliyorum.”
“Olmaz dedik abi. Nasıl böleyim bir kase hoşafı?”
“Nasıl bölersen böl. Ben yarım porsiyon istiyorum.”
Tartışmanın uzamaması için Adil’e, “Tamam, uzatma” dedim. “Bir porsiyon yersen ne olur sanki? Hepsi hepsi üç dört kaşık bir şey.”
İnat ya. Burada da gösterecek kendini.
“Ben yiyemem hepsini. Hem benim yarm porsiyonluk param var belki. Garson ne istersem getirmek zorunda değil mi?”
“Tamam. Getirmek zorunda. Ama bir porsiyon getirsin parası önemli değil, öderiz.”
Sesini çıkarmadı.
Garson hoşafları getirdi. Birkaç dakikada içtik. Kalkacağız.
Garson boş kaseleri almak için geldi. Adil’inkini almak isterken durdu. Adil’e, “Hepsini içmemişsin abi. İç de alayım” dedi.
“Ben yarım porsiyon istemiştim. Ama sen yine tam getirmişsin. Yarısını içmedim. Hesaptan düşersin” dedi, Adil.
Garson yine dik dik baktı Adil’e.
Nereden çıktı bu deli der gibiydi. Ama yine alttan aldı.
“Ya abi, Allah rızası için iç şunu da masayı toplayayım. Senden para falan istemiyorum. Bu hoşaf da benden olsun.”
Adil kızdı bu sefer; “Niye? Ben senin hoşafına mı kaldım? İçmiyorum o kadar.”
Baktım olacak gibi değil. Adil’in huyunu da biliyorum. Öldürsen o hoşafı içmez artık. Ayağa kalkıp; “Tamam içmezsen içme” dedim. “Haydi gidiyoruz.”
Sinirlenmiştim. Arkadaşlara da ayıp oluyordu.
Hesabı ödedik, lokantadan çıktık. Yeni bir tartışma çıkmasın diye de hoşafın parasını ben verdim.
Yurda döndük. Hoşaf konusunu da hiç konuşmadık.
Adil’le aynı yurtta kaldığımız bir dönem böyle geçti. Ben o yurda ancak dört ay dayanabildim. Parasını peşin verdiğim halde ayrılıp, devlet yurdunda kalmaya başladım. Zaten İzmir’i de iyice öğrenmiştim. Israr ettiğim halde Adil gelmedi. Ama o dönem bitene kadar sık olmasa da görüşmeye devam ettik.
Ertesi yıl girdiğimiz üniversite sınavını ikimiz de kazanıp, okullarımızı değiştirdik.
Aradan yıllar geçti. O şimdi bir doktor. Bense malumunuz.
(Bitti)