Nereye gitsen ne yapsan hep aynı şeyler
Bazen hayatın herkes için olmasa bile çoğuları için aynı şeylerin tekrarlanmasıyla geçtiğini yani tarihin devamlı tekerrür ettiğini düşünüyorum.
Aslında dünyanın dönüşü, güneşin doğuşu, gecenin gündüzü kovalaması ve saatin akreple yelkovanı gibi hayatımız hep tik takları saymakla geçiyor.
Nereye gidiyoruz, nereye varmak istiyoruz belli değil. Ama hep bir yerlere ulaşmak için koşup duruyoruz. Aslında son durak belli. Ama bunu hiç kimse kabul etmiyor. Hiç kimse o durağa gelmek istemiyor.
İşte size önceki yazılarımdan biri. O günden bu yana açana yazıda anlattığım gibi kaç benzer olay yaşandı. Bir düşünelim bakalım.
“Sahilde yürürken, yol kenarında karşılıklı durup, tartışan genç bir kızla, erkek gözüme çarptı. Yirmili yaşlardaydılar. Yanlarından geçerken kızın, erkeğe, “ben devamlı senin peşinden koşmak zorunda mıyım? Yeter artık!” dediğini duydum.
Sevgilisi olduğu anlaşılan çocuğa kızdığı ses tonundan ve diklenmesinden belli oluyordu. Oğlan biraz alttan alıp, sakin bir ses tonuyla mırın kırın etse de kızın tepesinin attığı belli oluyordu.
Yanlarından geçip gittim, tartışmaları sürüyordu…
Sonra düşündüm, “bir insan bir başkasının peşinden neden devamlı koşar ki? Ya da bir kişi bir başka insanın neden devamlı peşinden koşmasını ister ya da böyle bir beklenti içinde olur?” diye.
Bana göre tüm bunlar; egoların ön plana çıkması, bencillik, hep benim dediğim olsun, her zaman benim çizdiğim yoldan yürüsünler, programı ben yapayım, başkaları buna uysun. Uyan uyar uymayanın yolu açık olsun düşüncesinden kaynaklanıyor.
Kısacası biz buna “bencillik” diyelim, olsun bitsin.
Yani ‘ben’ duygusunun ‘egoizmin’ tavan yaptığı durumlarda maalesef ki birileri birilerinin peşinden gitmek, dahası koşmak zorunda kalabiliyor.
“Kalabiliyor” diyorum, çünkü hiç kimse kendini mutsuz eden bir yolda sırf başkaları mutlu olsun diye yürümez, onların peşinden gitmez. Gitse de, bazen bu mecburiyete neden olan koşullar sona erdiği anda da dönüş başlar.
Hiç kimse kimsenin peşinden koşmak zorunda değildir elbette.
Yalnızca atletler yarışmalarda birbirilerinin peşinden koşar, o da öndekini geçip, birinci olabilmek içindir. Bunun dışında birini kendi peşinden koşmaya mecbur bırakmak, zamanı gelince bunun hesabını vermeyi peşinen kabullenmektir.
Bu nedenle empati yapmak, “peşinden koşulan değil de, önde koşan ben olsaydım” diye düşünerek, öteki tarafın duygularını anlamaya çalışmak gerekir.
Ancak bunu yapan ne yazık ki çok az. Ve peşinden koşulan biri olmak da insanların daha çok işine geldiğinden, ilişkiler “yeter artık” noktasında sonlanıveriyor.
İnsanlara “yeter artık” dedirtmemek gerekir.
Ve bu olayın yalnızca iki sevgili arasında ya da kadın-erkek meselelerinde olduğunu düşünmemek lazım. Egoların tavan yaptığı her durumda ortaya çıkabilir. Çıkıyor da zaten
Etrafınıza şöyle bir bakın, insanları ve ilişkileri derinlemesine şöyle bir gözlemleyin, kim kimin peşinden koşuyor, kim “yeter artık” deme noktasına geliyor, ipler neden ve nasıl kopuyor göreceksiniz.
Bana göre kız “yeter artık” demede haklı olabilir.
“Zorunda mıyım?” sözcüğünün içinde hangi duygular gizli, orasını da siz düşünün!
Bence ilişkileri herkes kendi özgür iradesiyle sürdürmeli ve kimse kimseye mecbur olmamalı, mecbur bırakılmamalıdır. Hele de zorluk çıkarma, zorlama hiç olmamalıdır.
Böyle olduğu takdirde yani insanlar birbirleriyle her türlü ilişkisini ve diyaloğunu kendi özgür iradesiyle sürdürdüğü takdirde dostluklar, arkadaşlıklar, flört ve evlilikler daha mutluluk verici olur. Kimse kimseye baskı yapmaz, zorlama olmaz, mecbur bırakılma diye bir psikolojik sıkıntı yaşanmaz.
Bu da; herkesin olayları ve insanları daha geniş bir çerçeveden değerlendirmesi ve empati yapmasıyla sağlanabilir. Böylece kişisel tartışma ve kavgalar, toplumsal sorunlar da daha az yaşanır.”
İster dün, ister bugün, isterse yarın, yaşananlar, olan bitenler ya da olacaklar… Fark nerede sizce? Veya değişen ne olacak?
Trakya Demokrat Gazetesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.