90’LARDA GAZETECİLİK (6)
Müdürün hal hatır sormasıyla morali biraz düzelmişti. İçinden müdürün kötü bir adam olmadığı, işinin verdiği yükle strese girince bağırıp çağırdığını düşündü. Bazen kendisi de aynı şeyi yapıyordu emrindeki muhabirlere.
Ama ne yapıp edip, büroda hazır bekleyen muhabiri olay yerine göndermeliydi. İlçedeki muhabire hiç güvenmiyordu. Mutlaka yüzüne gözüne bulaştırırdı.
Bu sırada telefonla arayan idare amiri arabanın geldiğini bildirdi.
Aceleyle yerinden kalkıp, muhabirin yanına giderek, arabanın kendisini beklediğini ve hemen yola çıkması gerektiğini söyledi. Muhabir hiç beklemeden çıktı.
Şef Osman Fırdöndü biraz olsun rahatlamıştı.
Çay ocağını arayıp.
– Bana buz gibi bir kola getir, dedi görevliye.
Az sonra kolası gelmiş, etejerden aldığı çubuk krakerle birlikte içiyordu. Ayakları masasının üzerindeydi. Yanıbaşında duran radyosunu da açmıştı. Genellikle opera dinlerdi. Hem de yüksek sesle, bangır bangır bağırta bağırta. Böyle yapınca stresi azalıyordu. Sanki radyoda bağıran kişi kendisiydi.
O sırada diğer muhabirlerden biri girdi içeriye. Daha selam vermeden,
– On kişi boğulmuş, haberin var mı? Fırtına kopmuş, dedi.
Osman Fırdöndü hiç rahatını bozmadan,
– Biliyorum, gönderdim birini, dedi.
– Ajans muhabiri fotoğraf çekip, gelmiş ama. Peki Maraş’tan haber geldi mi?
Osman Fındöndü o kadar stresin içinde espri yapmayı ihmal etmedi.
-Merik’mi ölmüş? dedi, Maraş haberini soran muhabire.
Muhabir anlamlı bakıp, bıyık altından sırıtarak,
– Sen gırgırını geç. Biraz sonra seninki aradığında Merik’ mi ölmüş yoksa sen mi görürsün dedi.
Osman Fırdöndü ciddileşip,
– Duyduk duyduk, dedi. Ama benim dangalak muhabir duymamış. Müdür uyardı. Bilgileri ajanstan aldık, Erol yazıp geçti.
– Muhabirin ‘seninki’ dediği haber müdürüydü. Gerçekten aradan beş on dakika geçmişti ki telefon çaldı. Şef Osman Fırdöndü şişenin dibindeki kolasından son yudumu aldıktan sonra telefona cevap verdi.
– Alooo…!
Müdürün sesi bu kez hiç de iyi değildi.
– Alon batsın senin! Topunuzu Allah kahretsin. Bir de kalkmış ‘bir şey yok’ diyorsun. Ne demek bir şey yok? Adamlar boğulup ölüyor, sen orada kıçının keyfindesin. Fırtına koptuğundan, balıkçıların boğulduğundan hiç mi haberiniz olmadı? Dibinizde olan olayı duymuyorsunuz. Yazıklar olsun.
– Ama efendim.
– Efendin batsın. Efendim, efendim. Başka bir şey yok. Hani bu olayın haberi?
– Efendim, muhabire talimat…
– Talimat malimat dinlemem, ben haber istiyorum.
– Peki efendim. Zaten buradan da birini yardıma gönderdim. Haberi ve fotoğrafları toparlayıp getirecek.
– İnşallah. Elin adamı haberi geçti bile. Siz uyuyun orada. Bu haberde öncekine dönmez inşallah. Daha onun fotoğraflarını geçeceksiniz.
– Tamam efendim, fotoğraflar geldi. Arkadaş biraz sonra geçmeye başlar.
– Hadi çok konuşma da, bitir şu işleri.
– Peki efendim.
Telefonu yine yüzüne kapatmıştı müdür.
Haber müdürünü de stres basmıştı. Telefonla çayhaneyi arayıp
-Evladım bana acı bir kahve getir, sinirlerim bozuldu yine, dedi.
Bu arada yazıişleri müdürü aradı, ”Mehmet Bey, Maraş haberi ne oldu? Hala göndermediniz. Sizi bekliyorum”, dedi.
– Geldi ama bizdekinin aynısı. Bürodakiler de ajanstan almış. Farklı bir şey yok.
– Ya fotoğraf?
-Temin edecekler efendim.
– Biraz daha acele edin. Yoksa fotoğrafları da ajanstan kullanacağız.
Haber müdürü, Osman Fırdöndü’ye söylemediğini bırakmamıştı içinden. Kendini çok zor durumda bırakmıştı bu kez.
“Ben de sana bunu ödetmezsem. Bak bakalım o zaman Maraş’tan haber nasıl geliyormuş” dedi içinden.
Haber müdürü önüne konan acı kahveyi yudumlarken gözü bilgisayar ekranına takıldı. Önce haberin nereden geldiğine baktı. Antalya bürodan geçmişlerdi.
“İmansızlar, orada hayatlarını yaşıyorlar. Bizim burada canımız çıkıyor. Onların her yanı turist kaynıyor. Çıtır karıların fotoğrafını çekip, haber diye gönderiyorlar. Bir emekli olayım da görürsünüz siz. Haberinizle kim uğraşırsa uğraşsın. Üç satır yazınızı düzeltmek için anamız ağlıyor şurada” diyerek iç geçirdi.
Haber müdürü gazetecilik mesleğine yıllarını vermişti. Uzun süre muhabirlik yaptıktan sonra haber müdürlüğü görevine getirilmişti. Ancak ne kadar yükselirse yükselsin gözü hep muhabirlikte kalmıştı. Muhabirlere gıptayla bakardı. Çantalarını omuzlarına asıp, halkın arasına karışmaları, canları nereye isterse gitmeleri onun için her şeye değerdi. Müdür olduktan sonra kendini hapse girmiş gibi görüyordu.
(SÜRECEK)
Trakya Demokrat Gazetesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.