BABA VE ÇOCUKLARI (lV)
Ertesi gün tatildi.
Kahvaltıyı Kemal ve Can’la birlikte hazırladı. Kahvaltı için masaya oturunca Kemal sabırsız bir davranışla;
– Baba dün seni rüyamda gördüm, dedi.
Bu sırada küçük Can da araya girip;
– Ben de gördüm, ben de, dedi.
Can’a;
– Peki, önce sen anlat bakalım, diyerek söz hakkı verdi.
– Rüyamda bana büyük bir bisiklet almışsınız. Direksiyonunun üzerine ayaklarımla çıkmışım, öyle sürüyordum.
– İyi halt ediyormuşsun. Hem bak, sana bir kez daha söylüyorum. Bisiklete binerken evin önünden ayrılırsan, götürür geri veririm, haberin olsun.
Can’a birkaç gün önce yeni bisiklet almıştı. Oldukça pahalıydı ama ucuz ve kalitesiz bir şey almayı içine sindirememişti. Çünkü kendisi ilk kez liseye başladığında bisiklet sahibi olmuştu. Onu da tatil boyunca çalıştığı parayla bitpazarından satın almıştı. Okul uzak olduğu için yıllarca bu bisikletle gidip gelmişti, evle okul arasını. Kemal’in bisikleti de geçen yıl alınmıştı. İki kardeş bazen bisikletlerinin özelliklerini anlatıp, hava atıyorlardı birbirlerine…
Küçüğün rüyası kendisi gibi küçüktü. Bu iki cümleyle bitirmişti.
Sonra Kemal’e söz verdi.
– Şimdi desenin rüyanı dinleyelim bakalım. Sonra da ben anlatacağım. Neler gördüm, neler? Cennet’e mi düşmüşüm nedir? Etrafımda huriler dolaşıyordu. Ellerinde meyve suları. Yemyeşil ağaçların altında keyif çatıyordum. Ahhh, Ahhh…!
Aslında rüya falan görmüş değildi. Şaka yapıyordu..
– Sonra Kemal’e,
– Evet koçum, seni dinliyorum, ne gördün rüyanda, anlat bakalım?
– Valla babacığım, o kadar şey gördüm ki sanki film gibi. Sabaha kadar seyrettim.
– Yok bee! Uzun metrajlı rüyaydı desene.
– Neyli?
– Uzun süreli yani..
– Evet, çok uzun sürdü.
– Anlat o zaman. Kahvaltı bitene kadar tamamla yalnız.
– İyi, anlatıyorum o zaman… Sen, ben ve Can’ı gördüm. Ama böyle insan değildik. Üçümüzde kuşmuşuz. Sen kocaman bir kartala benziyordun. Kardeşimle ben bir ağacın dalındaki yuvada duruyorduk. Uçmasını bilmiyorduk daha. Sen devamlı gidip geliyordun. Ağzında yemek getiriyordun bize. Biz de senin gelmeni dört gözle bekliyorduk. Ağzında getirdiğin yemekleri bizim ağzımıza koyuyordun, biz de yiyorduk.
– Ooooo! Kuş gibi besliyormuşum sizi daha ne…
– Zaten kuşmuşuz ya..
– Mesela yani… Devam et sen..
– Bir gün sen gittiğinde, bizim yuvamızın yanına yılan geldi. Kardeşim korkudan aşağı düştü. Tam beni yiyecekken, sen yetişip kurtardın. Yılanı ağzında tutup, yükseklere çıkardın, sonra da yere çakılıp ölmesi için bıraktın. Geri dönüp kardeşimi düştüğü yerden alıp, yuvaya koydun.
Bir gün geldi ben de uçmayı öğrendim. Sonra kardeşim de uçmaya başladı. Birkaç kez yuvadan fazla uzaklaşınca kaybolduk, yine sen buldun bizi. Sonra bir gün gittin, geri dönmedin. Bekledik bekledik gelmedin. Geceyi kardeşimle birbirimize sokularak geçirdik. Uyuyamadık. Çok korkmuştuk. Sabah olunca ikimiz birlikte senin uçup, gittiğin yöne doğru uçmaya başladık. Uçtuk, uçtuk, uçtuk. Ama seni bulamadık. Uçmaya devam ettik. Sonra bir baktık ki büyümüş, senin kadar olmuşuz. Ama hala senin gittiğin yöne doğru uçuyorduk. Uyandığımda hala uçuyordum…
– Evet, çok güzel bir rüya görmüşsün oğlum. Melekler rüyalarında çocukları uçururmuş. Siz ikiniz daha meleksiniz. İnşallah bir gün gelecek rüyanda olduğu gibi kendi kanatlarınızla uçacaksınız…
(Bitti)