Erzincan’daki heyelanın anımsattıkları
Erzincan’ın İliç ilçesindeki altın madeninde meydana gelen heyelan, bu kentteki anılarımı anımsattı.
O yıllar çok güzel yıllardı. Yediğimiz gıda, içtiğimiz su zehirsizdi. Soluduğumuz hava temizdi. Dağ taş, toprak, çayır, çimen kokardı. İnsanı, hayvanı çiçeği böceği mutluydu. İnsanlar arasında dostluk, arkadaşlık bağları güçlüydü.
Ben de Adana’da çalıştığım devlet kurumundaki işime mutlu mesut bir şekilde devam ediyordum.
Bir gün çalıştığım Zirai Araştırma Enstitüsü’nün müdürü beni ve birkaç arkadaşımı yanına çağırıp, “biliyorsunuz ki bizim dışımızda, bölgelere göre ülkemizde beş tane daha Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsü var. Bizim enstitümüzün “Doğu Anadolu Bölgesi sınırları içerisinde bulunan il ve ilçelerde yetiştirilen ürünlere zarar veren hastalık ve zararlılara mücadele etme yükümlülüğü bulunuyor. Bugün Erzincan Teknik Ziraat Müdürü beni aradı, bazı sorunları varmış. Yarın Erzincan’ a gideceksiniz. Müdürle görüşerek, sorunları neyse yerinde dinleyeceksiniz. Üreticilerin ayağına kadar da gidip, duruma göre ilçelere de giderek, ziraat teknisyenlerinden sorunlarını dinleyeceksiniz, onlara da yardımcı olacaksınız” dedi.
Devletimiz çiftçilerle bütündü, onların hizmetindeydi.
Bizler aldığımız talimat gereği ertesi günü Erzincan yoluna koyulduk. Önce Elazığ’a, sonra Tunceli’ye vardık. Munzur Çayı’nın kıyısında yemek yedik. Bu sırada orada bulunan bir kişi bizlere ‘’Munzur Çayı’nı ve bir çobanın ala balıkla ilgili hikayesini anlattı. Biz de dinledik. Ardından tekrar yolumuza koyulduk.
Tunceli’yi geçtikten bir iki saat sonra arabamız bozuldu. Sürücümüz tamir etmeye çalıştı ama edemedi. Sonra kırılan malzemeyi alıp, Tunceli’ye geri döndü. Biz de arabanın başında onun geri dönmesini bekledik.
Beklerken dağlara, tepelere ormanlara ve yeşilliğe baktım durdum. Doğa böyle bir şey; kendisine bakana, o da sevecen sevecen bakar.
Nihayet sürücümüz geldi. Malzemeyi arabaya takıp, çalıştırdı, yolumuza tekrar devam ettik.
Erzincan sınırına girmiştik ama hepimiz acıkmıştık ve açlık üzerine konuşurken, .sürücümüz konuşmamızdan etkilenmiş olacak ki bizden müsaade alarak arabayı durdurdu ve yol kenarında bulunan bir evin kapısını çaldı. Bir müddet sonra elinde tepsiyle yanımıza ger geldi . Tepside yok yoktu. Bal, pastırma ,sucuk Erzincan Peyniri, köy ekmeği ,süt , zeytin vardı.
Yemeği yedikten sonra sürücümüz tepsiyi geri götürdü ve ev sahibine teslim etti. Ev sahibi bizden para almadı. Kendi kendime ‘’Türkler ne kadar misafir sever. Yemez ama yedirir demiştim.
Nihayet uzun ve maceralı yolculuktan sonra .Erzincan’a vardık. Ertesi günü Teknik Ziraat Müdürü İle görüştük. Müdürlük bünyesinde çalışan diğer Ziraat Mühendisleri ve üreticilerle bir araya gelip, fikir alışverişinde bulunduk, sorunlarını dinledik. Arkadaşlarımız kendi uzmanlık alanlarına göre, sorunlara cevap vererek, yol gösterip, çözüm yollarını söyledil.
İlçelere giderek Ziraat Teknisyenleriyle ve üreticilerle de görüştük. Hepimiz ayrı ayrı sorunları dinledik. Sonra birlikte bir dilekçe yazarak, Bakanlıktan, müdürlüğün ihtiyacı olan kimyasalları istedik. Sonra durumu kendi müdürümüze de bildirdik.
Erzincan da ki görevimizi tamamladıktan sonra mutlu ve huzurlu olarak verdiğimiz hizmetin gururuyla enstitüye geri döndük.
O gün bu gün o kahvaltının tadını ve Erzincanlıların misafirperverliğini hiç unutmadım, unutamadım.
Erzincan’daki altın madeninde yaşanan heyelanın sırasında zehirli toprak altında kalan dokuz insanımızı arama çalışmaları sürüyor. İnşallah sağ olarak çıkarılırlar. Tek temennimiz o. Ancak maden ocaklarının, ülkemizin doğasına ,ekolojisine , kültürüne, milli servetine ,milli gelirine, dağına ,taşına ,suyuna ,havasına, toprağına ,otuna ,çöpüne ,merasına ,insanına verdiği zarar asla yadsınamaz ,inkar edilemez ve küçümsenemez .
Bu bir ekolojik katliamdır, ekolojik cinayettir. Eğer böyle giderse biyolojik çeşitlilik, ülkenin ekonomik, tarımsal kalkınması ve sanayileşmesi olumlu yönde gideceğinden de söz edilemez.
Yetkililer bu bilimsel görüşü nedense önemsemiyorlar. Onlar yabancı ve yerli işbirlikçi maden şirketlerinin toprağımızdan çıkardıkları cevherlerin ülkenin ekonomik kalkınmasına katkı sağladığına inanıyor. Bu nedenle son 8 yılda maden arama ruhsatı 386 bine çıkarıldı.
Doğa kendini zamanla yeniler, bu doğanın kanunudur. Yeniler ama bu yaklaşık bin yıl gibi bir zaman içinde olur. O zamana kadar kim öle kim kala…
Trakya Demokrat Gazetesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.