BAZILARININ TENCERESİNDE AŞ BAZILARINDA DERT KAYNAR
Tanıdık olsun olmasın insanlarla konuşmak, ayaküstü sohbet etmek hoşuma gider. Aslında bizimkisi bir yerde dertleşmek. Hayatı paylaşmak. Elimizden bir şey gelmese de gönülleri rahatlatmak. Hoş bizim gönlümüz rahat değil ki… Ama yine de insanız. Kendi derdimizi içimize gömüp, başkalarınınkiyle ilgilenmek alışkanlık olmuş. Bu yüzden “Bazılarının tenceresinde aş, bazılarında ise dert kaynar” derken, boşa söylemiyorum. Gerçekten de öyle. Bunu yaşayarak, görerek biliyorum.. Ve bana bunları söyleten kişi ve sözlerini sizlere de aktarmak istiyorum…
Sabah yürüyüşümü, genellikle ‘’Dilberler Sekisi’’ yöresinde gerçekleştiririm. Evimden ayrılacağım sırada apartmanın görevlisi hanımla karşılaştım. Ona ‘’Günaydın’’ der demez bana: “Günaydın Mehmet Amca, uzlaştılar, anlaştılar’’ dedi. “Hayır ola kızım, ne uzlaşısı, ne anlaşması?’’ deyince:
‘’Mehmet Amca buraya temizliğe gelen Naciye Hanım var ya, o yandaki apartmanda 8. katta oturan Ayşe Hanım’la ayda evine 3 defa gitmeye ve her gidişi için 800 TL ödemede uzlaşmışlar‘’ dedi. “Ama kızım 800 TL çok değil mi?” “Yok Mehmet Amca, her şey ateş pahasına olmuş. İnan, iyi bir siyah zeytinin tanesi 1 lira, domatesin kilosu 35 TL, yeşil fasulye 50 TL, ekmek 7,5 TL olmuş. Daha sayayım mı? İnan Mehmet Amca, marketten her bir malı her seferinde pahalanmış olarak alıyorum. Zaten etin yanına yaklaşılmıyor ki… Mehmet Amca, ben apartman sakinlerine et alıyorum ama kendime alamıyorum. Sadece oğlum üniversiteden yarıyıl tatiline geldiğinde, çocuk yesin diye et alıyorum. O zaman ben de onunla et yiyebiliyorum.”
“Haklısın, her şey çok pahalı. Ne diyelim, Allah fakire fukaraya yardım etsin’’
Görevli hanımla uzlaşı ve hayat pahalılığı üzerine yaptığımız ayaküstü konuşma bitince yanından ayrılarak günlük yürüyüşüme başladım. Yürüyüşüm boyunca hayat pahalılığı, fakirin, fukaranın yaşamını sürdürmek için verdiği yaşam mücadelelerini düşündüm durdum. Umut ederim, yarınlarımızda bolluk, ferah, huzur olur, daha güzel günler olur diye dualar ettim… Rahmetli müstahdem İbrahim Efendinin dediği gibi: ‘’Her evde bir tencere kaynıyor ama içinde ne kaynıyor; aş mı kaynıyor, iş mi kaynıyor, dert mi kaynıyor, bilinmez.’’
Eve geri gelince arabada unuttuğum bilgisayar aklıma geldi. Onu almak üzere park yerine gittiğimde, komşum Mehmet Bey’le karşılaştım. Ordan burdan memleket meselelerini konuştuk… Konuşurken Mehmet Bey’in yüzünde güller açtığını gördüm Ona, “Mehmet Bey, bugün seni dingin ve mutlu gördüm. Hayırdır inşallah!’’ deyince gülerek, ‘’Çok şükür hocam, sonunda bizim derneğin aylardır sürüncemede kalan kira sorunu vardı. ’’Evet, Mehmet Bey?‘’ “Günlerdir mal sahibiyle kirada anlaşamıyorduk, uzlaşamıyorduk. Sonunda konuşa konuşa kirada uzlaştık, sözleşmeyi imzaladık. Sağ olsun, mal sahibi kiranın bizim teklif ettiğimiz fiyatta olmasını kabul etti. Onun için mutluyum” dedi ve ekledi: “Dernek binamız çok güzel konumlu bir yerde, havadar. Bizim eve de yakın. Onun için mutluyum, sizi de derneğimize bekliyoruz’’ dedi. Mehmet Bey’in ve görevli hanımın uzlaşı üzerine söylediği sözler benim “uzlaşı” üzerine eğilmeme vesile oldu.
“Uzlaşı, uzlaşma” sözcüğünü araştırınca, içeriğini daha iyi anlamış oldum. Meğerse “uzlaşı” sözcüğü günlük hayatımızda çok sık kullanılan anlamlı bir sözmüş. Umut kaynağı, görüş ayrılıklarını ortadan kaldıran bir sözmüş; barışa götüren yolun bir diğer adıymış.
Bizim mahallede semt pazarı; Cuma ve Cumartesi günleri Baraj Yolu’nda kurulur. Pazar alış-verişine genellikle Cumartesi günleri öğleden sonra giderim. Yıllardır pazara gide-gele pazar esnafıyla tanışır oldum. Sebzeleri, meyveleri bildiğim satıcılardan alırım. Sebze tezgâhının yanına vardığımda Ali, telefonuyla konuşuyordu. Ali beni gördüğü halde telefonla konuşmasına ara vermedi. Konuşurken Ali: ‘’ Çok şükür sonunda uzlaşmışlar, demek ki‘’ dedi. Ben uzlaşma sözünü duyunca: “Ali sen konuş, işine bak, beklerim‘’ dedim Konuşması bitince bana: ‘’Beklettim, kusura bakma Mehmet Amca. Konuştuğumuz konu, bizim aile için çok önemliydi. Sonunda uzlaşmışlar” dedi. “Hangi konuda uzlaşmaya varmışlar Ali?‘’ deyince: “Mehmet Amca, biz Mardinliyiz, biliyorsun. Amcamın kızı benim en büyük ağabeyimle evliydi. Eşi amcamın kızı olduğu halde, birbirleriyle hiç geçinemiyorlardı. Üstüne üslük iki de çocukları vardı; ama olmadı; evliliklerini sürdüremediler. İki aile arasında yıllardır kavgalar vardı. Sonunda ayrılmaya, yani boşanmaya karar vermişler. Babamla amcam bir araya gelmişler, sorunu çözmüşler. Akraba evliliği iyi değilmiş Mehmet Amca. Biz şimdi ömür boyu amcamın çocuklarıyla küs duracağız’’ dedi. “Ali, nasıl uzlaşmışlar?’’ “Bana telefonda söylediklerine göre, bizim koca tarlayı babam yengeme vermiş; bu yüzden de uzlaşma sağlanmış. Mehmet Amca, olan iki çocuğa olacak‘’ dedi. “Ali, uzlaşma olmuş ya, yengen kendi yoluna gidecek, büyük ağabeyin de kendi yoluna gidecek, merak etme… Anadolu tabiriyle ‘su aka aka yolunu bulur’, sen kendi işine bak‘’ deyince: “Haklısın Mehmet Amca, ben size ne vereceğim?” ‘’Ali sen bana her zamanki gibi domates, biber, soğan, maydanoz ve turp ver.’’ “Olur’ Mehmet amca‘’ dedi ve Ali istediklerimi verdi. Satın aldıklarımı yine özenle iki naylon torbaya koyarak elime verdi. Ben de parayı ödeyerek Ali’nin yanından ayrıldım. Bu kez de Mücahit’in, sonra da Veli’nin tezgâhına vardım. Oradan meyveleri, baharatları alarak eve geldim. Baktım da herkes yaşamında tartışmaktan, uzlaşamamaktan usanmış; işi oluruna ve uzlaşı yoluna gidiyor.
Zaman zaman gözlerimi dinlendirmek ve düşüncelerimi tazelemek için parklara, göl kenarına, gölün maviliğini seyretmeye giderim. Bu hafta sonu bunu yine yaptım. Göl kenarına giderek boş bir banka oturdum ve biraz dinlendikten sonra sağa-sola, çevreme boş-boş bakmaya başladım. Bu tür bakışlar beni o kadar mutlu ediyor ki, tarif edemem. İnanın bu dakikalarda mutluluğumu hiç kimseyle paylaşmak, konuşmak ve fikir alış-verişinde bulunmak istemem. Bu boşlukta sevdiğim tek şey; geçmişim, özellikle de gençlik yıllarımda yaşanmışlıklarımı tekrar tekrar yaşamak olur. Bu güzel anılarımı içimde yaşatırken gözüm, gölün üzerinde uçan kuşlara takılıp kaldı. Kuşlar o anda bana geçmiş yıllarda eğitimim sürecindeki emeği geçen ve içimde yaşayan rahmetli bilge babaannemi hatırlattı. Babaannem; Ege Üniversitesi-Ziraat Fakültesi’ndeki eğitimim sürecinde beni özledikçe, gökte uçan kuşlara bakıp bakıp: “Uçun kuşlar uçun İzmir’e doğru, benden selam götürün mühendis oğluma” dermiş. Babaannemi düşünürken, ağzı laf yapan birisi selam vererek yanıma oturdu. Otururken de bana ‘’kusura bakmayın sizin bankın dışında başka oturacağım boş yer bulamadım; ondan yanınıza oturuyorum” deyip yeniden bana dönerek ve özür dileyerek: “Sizin havaya bakarken gülümsediğinizi gördüm, çok mutlu oldum’’ dedi. Ben de arkadaşa: “Babaannemin kuşlarına bakıyordum da ondan gülümsüyordum ‘’ dedim. Kişi sormadığım halde, kendisinden ve köyünden söz etmeye başladı: ‘’Ben Adanalı değilim. Oğlum buraya polis olarak tayin olmuştu; onun yanına geldim. Yarın memleketime geri döneceğim” dedi. Ardından da yine sormadığım halde: “Bizim köyün manzarası çok güzel, köyümüzün güzel camisi, güzel muhtarlık binası var. Köyümde epeyi okuyan var ama okumayanlar çoğunlukta‘’ dedi. Baktım, adam çok konuşacak; sözünü ettiği caminin hocasına getirerek: ‘’Hocanız Cuma günleri hutbelerinde sosyal içerikli günlük konular, açlık-yokluk, yoksulluk oranları ile ilgili konular, üreticilerin girdi sorunları ya da köyünüzde yoksullarla ilgili konularda konuşuyor mu? Eğitim-öğretim konularında konuşur mu, bilgi verir mi? Deprem, depremin nedenleri, sığınmacıların ülkemize verdiği sorunlar ve çevrelerine verdiği zararlar hakkında konuşmalar yapar mı?” diye sorunca bana: ‘’İmam, diyanetten gelenleri okuyor’’ dedi. “Sana bir soru daha sormak istiyorum”. “Buyurun, sorun beyefendi”. “Önümüzde yerel seçimler var. Hemşerileriniz muhafazakâr muhtar adayına mı, yoksa sosyal demokrat muhtar adayına mı oy verir?’’ “Beyim valla oy işi eğitim işi, bizim köyde ben dâhil olmak üzere çocuklarını okutanların çoğunluğu genellikle sosyal demokrat düşüncesinde olan adaya veya adaylara oy veririz ama biz azınlıktayız. Köyümüzün ahalisi çoğunlukla muhafazakâr muhtar adayına oylarını verir. Şimdiki muhtarımız da bu yüzden kaç dönem muhtarlık yapıyordu. Duyumlarımıza göre muhtarımız hısım ve akrabalarına ‘Ben önümüzdeki mahalli seçimlerde yeniden aday olmayacağım. Yeğenimle uzlaştık; o aday olacak’’ demiş. “Söylediğinize göre madem amca – yeğen uzlaşmışlar; seçimlere de daha çok zaman var; sizlerde eğer iyi eğitimli, güçlü, ağzı laf yapan demokrat birisini aday gösterirseniz ve çok çalışırsanız, belki sizin adayınız muhtarlığı kazanır. Unutmayınız; seçim ahkâm kesmekle, övünmekle ve hamasi nutuklarla kazanılmaz. İyi çalışın” dedikten sonra arkadaşa: “Vakit geç oldu, bana müsaade” diyerek yanından ayrıldım.
Eve gelince televizyonu açtım. Haberleri dinlerken spiker hanım: “Orta-Doğu’nun şımarık çocuğu İsrail ile Filistin arasında Katar ve Mısır aracılığıyla 4 günlük geçici bir uzlaşı (ateş-kes) olmuş; esir değiş-tokuşu yapılacakmış’’ dedi. Ben de mutlu oldum ama şımarık İsrail; binlerce çoluk-çocuk, kadın-erkek, sivil ve masum demeden insanları öldürdü, camileri, hastaneleri bombaladı. Bunun hesabını vermeden uzlaşı olmuş, olmamış ne yazar? Ölenler geri gelecek mi; hayır… Anladığımıza göre savaşın suçlusu tek İsrail değil; Amerika, İngiltere, Avrupa Ülkeleri, Arap Ülkeleri, diğer Müslüman Ülkeler de suçlu. Merak ediyorum: “Anlı şanlı liderler!.. Sizler niye bir avuç güçlünün yanında duruyorsunuz da, milyonlarca haklının yanında durmuyorsunuz? Tıpkı “Srebrenitsa katliamı” olarak bilinen, Bosna-Hersek’te 1992-1995 yılları arasında Avrupa’nın göbeğinde ve hür dünyanın gözü önünde, Sırplar tarafından Boşnaklara karşı sistematik bir soykırıma tâbî tutulmuş olan, Uluslararası Kızılhaç Örgütü verilerine göre 312 bin kişinin hayatını kaybettiği soykırıma ses çıkarmadığınız gibi… Nedenini bizlere anlatın da öğrenelim…
Sevgiler, Saygılar…
Mehmet Asil Yılmaz
Trakya Demokrat Gazetesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.