Bir fotoğrafın bedeli (lll)
Sahilde bir süre oturduktan sonra, şehir merkezinden yürüyüp eve geldim. Annem ve ablam vardı sadece. Balkonda otururken, annem bir tabak meyve getirip, masaya koydu.
“Ben önüne getirmesem, mutfağın yolunu bilmiyorsun. Elin çocukları hapır hupur her şeyi yiyor, sanki senin ağzın yok” dedi.
Aslında yeterince yemek yiyordum ama annem kafayı takmıştı bana. “Şöyle etli butlu ol. Kimse sana karışamasın” diyordu.
Ben biliyordum onun derdini. Ailenin en küçüğü olduğum için ezilmemi istemiyordu.
Meyvelerden biraz yedikten sonra her zaman ders çalıştığım en arkadaki odaya geçtim. Kendime ait özel odam yoktu. Hangisini boş bulursam onu kullanıyordum. Ev büyük olduğundan, akşamları ev halkı salonda toplanınca arka tarafa fazla gürültü gelmiyordu.
Sabah atölye dersimiz vardı. Coğrafya sınavı öğleden sonraydı. Evlerimiz birbirine yakın olduğu için genellikle birlikte gidip geldiğimiz arkadaş, atölyede yanıma gelip, cebinden çıkardığı minyatür defter gibi bir şeyi bana gösterdi.
Avuç içi kadar defterin yapraklarını açarken, “Coğrafyaya bir çalıştım, bir çalıştım ki sorma, sınavda sen göstermesen de olur” dedi, sırıtarak.
Özene bezene kopya hazırlamıştı. Harfler minik minikti ama okunabiliyordu.
“Buna bu kadar emek vereceğine, biraz çalışsaydın ya” dedim.
“Anlamıyorsun galiba, kafama girmiyor dedim sana” diyerek, çıkıştı.
“Olsun.. Sen de sınav kağıdının en üstüne ‘çok güzelsiniz hocam yazarsın’, belki istediğin notu verir. Dün öyle diyordun ya.”
“Tabii tabii.. Çok haklısın. Ondan sonra hepten bıraksın beni. Hem sen, bana niye taktın ki, asıl sen kendine bak. Geçen gün milleti topladın coğrafyacıyla fotoğraf çektirelim diye, sonra ne oldu, unuttun galiba?”
Ben, “ne oldu?” diye sorarken, o sağ elinin avucunu açmış gösteriyordu.
“Bak, yediğim cetvelin izi hala geçmedi. Fotoğrafı çektirdik ama dayağı da yedik, senin yüzünden.”
O konuşurken ben de çaktırmadan kendi elime bakıyordum. Avucumun içinde çizgi şeklinde belli belirsiz bir kızarıklık vardı.
Derin bir nefes aldım, gülümseyerek, “adam kıskançlığından yaptı. Kendisiyle fotoğraf çektirmediğimiz için” dedim.
Atölye hocasının bize doğru geldiğini gören arkadaş, aceleyle kendi çalışma masasına geçerken, “ölsem onunla yan yana durmam artık” dedi, alçak sesle.
Coğrafyacıyla fotoğraf çektirdiğimiz için bizi sıra dayağına çeken hoca gerçekten de çok sert biriydi. Öfkelendiğinde dayak atmaktan çekinmiyordu. Bir bahane bulur, kızar, döver diye, ders dışında yanından bile geçmek istemiyorduk.
O gün de onun dersi vardı. Ancak okul tatile girmeden önce coğrafya hocamızla da bir anı fotoğrafımız olsun istemiştik. Çünkü sonraki dönemlerde coğrafya dersi almayacaktık.
Bu arada hemen hemen tüm hocalarımızla değişik yer ve zamanlarda fotoğraflar çektirmiştik. Zaten birçok hocamız kadrolu olmadığı için, dışarıdan derslere giriyordu. Bu yüzden bir dönem gördüğümüzü, bazen öteki dönem göremiyorduk.
Teneffüs sırasında sınıf arkadaşlarımdan birkaçını toplayıp, coğrafya hocamıza da haber verdim. Bizi kırmadı, Atatürk büstünün önünde, okulun fotoğrafçısına poz verdik. Güzel coğrafya hocamızı ortamıza almıştık.
Fotoğraf çekiminden sonra hocamıza teşekkür ettik, o da bize teşekkür etti. Biz o günkü dersimizi alacağımız laboratuvara doğru koşarken, coğrafya hocamız da öğretmenler odasına doğru yürüdü.
Ancak laboratuvarın kapısında bizi bir sürpriz bekliyordu. Fotoğraf çektirelim derken, derse birkaç dakika geç kalmıştık. Kısa boylu, tıknaz ve şişman hoca elinde uzun bir cetvelle kapıda dikilmişti. Kaşları çatık, yüzü asıktı.
Kapıya ilk gelen en hızlısını yedi cetvel darbesinin. Hem de iki eline. Ancak ondan sonrakiler ve benim yediklerim de yavaş değildi. Adam sanki babasını öldürmüşüz gibi indirdi koca cetveli avuçlarımıza.
Bir suçumuz, kabahatimiz olsa tamam, hak ettik diyeceğiz ama bir şey yapmadık ki. Sadece coğrafya hocamızla fotoğraf çektirdik.
En öndeki arkadaşa, vurmadan önce, “neredeydiniz?” diye sordu.
Arkadaş, “coğrafya hocamızla fotoğraf çektirdik” deyince, adam cetveli daha bir hızlı vurdu sanki.
Moralimiz bozulmuştu.
“Öğretmenin vurduğu yerde gül biter” derler ama bizimki gül değildi. Neredeyse sınıfın yarısının iki avucunun içinde mor bir şerit vardı.
(sürecek)
Trakya Demokrat Gazetesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.