Dolar 32,2081
Euro 34,8604
Altın 2.444,95
BİST 10.218,58
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Tekirdağ 15°C
Hafif Yağmurlu
Tekirdağ
15°C
Hafif Yağmurlu
Pts 17°C
Sal 18°C
Çar 18°C
Per 18°C

Bir dostluk hikayesi (lll)

25 Ağustos 2023 09:27
A+
A-

… Ancak ne gazeteci dostumun haberi ne de değişik kanallardan yaptığımız uyarılar dikkate alındı. Gerçeğin acı yüzü ise zamanla kendini gösterdi. Çiftçilerimiz soya bitkisinin, Çukurova’nın toprağına ve iklim koşullarına adapte olamadığını görüp, bu konudaki şikayetlerini artırarak, değişik yollarla Tarım Bakanlığı’na ilettiler.

Tarım Bakanlığı ise konuyu bize sormak yerine, işgüzarlık yapıp, Soya Fasulyesi Uzmanı Amerikalı Prof. Dr. Sinclair’i, konferans vermek üzere Adana’ya davet etti. Ancak Profesör Dr. Sinclair’le ben önceden tanışıyordum. Kendisi Türkiye’ye gelmeden önce durumu bana bir mektupla bildirdi. Konferans günü de toplantının yapılacağı yerde buluştuk.

Kalabalık bir topluluğun bulunduğu konferans salonunda önce Tarım Bakanlığı  yetkilisi konuştu ve soya bitkisi ile Prof. Dr. Sinclair hakkında övgü dolu sözler söyledi. Ardından Prof. Dr. Sinclair kürsüye çıktı ve bilimsel verilerle geniş kapsamlı bir konuşma yaptı.

Prof. Dr. Sinclair konuşmasını tamamladıktan sonra, Tarım Bakanlığı Müsteşarına dönerek, “beni niçin buraya getirdiniz? Bunun için Bakanlığınız bir hayli masraf yaptı. Beni davet edeceğinize, Mehmet Hocayla işbirliği yapsaydınız, sizin için daha karlı olurdu. Mehmet Hoca, bu yörenin bilim insanı. Hem doktorasını da Amerika’da yapmış biri. Bu konuyu da çok iyi biliyor” dedi.

Ardından beni kürsüye davet etti. Ben de yörede rastlanan virüslerin, bitkilere nasıl zarar verdiğini etraflıca anlattım. Bu arada bitkileri virüslerden koruduğumuzu ama Çukurova’nın verimli topraklarını, insanlardan koruyamadığımızı söyledim. Binlerce dönüm toprağımıza pıtrak gibi beton binalar dikildiğini, bu gidişle ne pamuk ne de meyve sebze yetiştirecek tarım toprağı kalmayacağını anlattım. “Bunun kötü sonuçlarını zaman içinde çok daha iyi göreceğiz. Bir kuru soğana muhtaç olursak hiç şaşırmam” dedim.

Gazeteci dostum da toplantıyı izleyenler arasındaydı. Ve bu toplantıyı da izleyip, benim sitemimi öne çıkararak haberleştirdi.

Onunla zaman içinde diyaloğumuz daha da gelişti. Ağabey-kardeş gibi olduk. Ancak yıllarca alnının akıyla gazetecilik yaptığı, emek verdiği Adana’dan bir gün özel nedenlerle ansızın çekip gitti.

Yerleştiği İstanbul’dan bana gönderdiği “Aşk Seni İstiyorum” adlı şiir kitabındaki “Elveda Adana” adlı şiirinde, “gözyaşlarımı, kahkahalarımı, yanıma aldım / caddelerindeki ayak izlerimi bir bir topladım / sevinçlerim mutluluklarım / ve de hüzünlerim sende kalsın / ben gidiyorum Adana” diyordu.

Aslında o da benim gibi Adana’yı, Çukurova’yı çok seviyordu. Nasıl sevmesin ki? Bu topraklarda doğmuş, büyümüş, bu toprakların kültürüyle yoğrulmuş biriydi. Ve yirmi yıl haber peşinde koşturduğu Adana’nın sokaklarında ayak izlerini bırakıp, gitmişti. Acaba, o da, birçokları gibi gördüğü vefasızlıktan mı kaçmıştı. Kim bilir?

Çiçeği burnunda bir gazeteciyken tanıştığım Tuncay Dağlı ile ilk karşılaşmamızın üzerinden yaklaşık otuz yıl geçti. Ama o, benim gözümde hep bir delikanlı gazeteci olarak kaldı. Gerçekten de bu genç insan çalışkan, dirayetli, sözünü esirgemeyen, ciddi ve samimi biriydi. Ama o artık buralardan çok uzakta. Bir kuş misali yurdun değişik yerlerine konup, göçtükten sonra en son Tekirdağ’da karar kıldı.

Ben mesleğimin bir profesörü olsam da bu gazeteci dostum, Adana’dayken beni yazmaya teşvik etti. Onun sayesinde romanlar, öykü kitapları, şiir kitapları yazıp, yayınladım. Beni hem yazar olarak topluma tanıttı hem de kendi dostlarıyla tanıştırdı. Gazetelere haber yaptı, birlikte televizyonlarda kültür programlarına katıldık. Kısacası içimdeki sanat ve edebiyata yatkın tarafımı dışa vurmamı sağladı. Şimdi de memleketin en uzak köşesinden yine bana el uzatıp, sizlere tanıştırdı, Tekirdağ’ın güzel insanlarına hitap eden yazılar yazmama aracılık etti. Ben de bir vefa borcu olmaktan ziyade, onunla dost olanların kazançlı çıkacağını anlatmak için bu yazımda kendisini anlatmak istedim.

Ona, kendisini tanıdığım günden beri hep “Çukurovalı” diye hitap ederim. Yıllar geçse de, araya mesafeler girse de “Çukurovalı” ile bağımız hiç kopmadı. O, beni hep bir ağabey, ben de onu sevdiğim bir kardeşim gibi görürüm. Telefonda konuşuruz, internette yazışırız, bazen uzun uzadıya sohbet eder, güleriz, memleket meselelerini dert eder, öfkeleniriz. Birbirimizin sesini duyunca mutlu olur, moral buluruz.

“Çukurovalı” şuan doğup büyüdüğü memleketinden uzakta, ülkemizin nadide şehirlerinden birinde, bense hala güneyindeyim. Aramızda kilometreler olsa da gönül yakınlığımız bir adım öteyi geçmez. Belki gün olur yine bir araya gelir, dünya gözüyle görüşür, konuşuruz. Ya da kader bu; buluşmaları ahrete bırakıp, çeker gideriz.

Fakat “Çukurovalı” ile olan gönül bağımın, bu yazımla birlikte dostlara hatıra kalmasını isterim. Ve bir de yaşadığı yerin insanlarının, onun kıymetini bilmesini…

(Bitti)


Trakya Demokrat Gazetesi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR