HERKES EKTİĞİNİ BİÇER (ll)
Hasan neye uğradığını şaşırdı. Oysa o neler hayal ediyordu neler.
Köydeki ilkokulu bitirdikten sonra şehre gidecek, buradaki ortaokulu, liseyi bitirdikten sonra üniversiteye devam edecekti. Kafasında hep büyük adam olma hayali vardı. Öğretmeni de öyle demişti ya.
“Okursan büyük adam olursun” diye.
Büyük adam onun için temiz giyimli, sözü dinlenen, köylülere akıl fikir veren adamdı. Bu yüzden kendisi de okuyacak, takım elbiseler giyecekti. Deriden çantası olacak, şehirde yaşayacaktı. Annesini, babasını bu yoksul hayattan kurtaracaktı. Güzel evlerde oturacaklar, babasını sabahtan akşama kadar tarlada bahçede çalıştırmayacaktı. Ama şimdi birkaç dönüm tarladan, birkaç tane hayvandan başka hiçbir şeyleri yoktu. Pantolonu yama tutmaz olmuştu. Babasının arada bir elden geçirdiği ayakkabısı giyilemeyecek haldeydi. Ama o bunlardan hiç gocunmuyordu. Çünkü beyninde bir gün bu hayattan, çektikleri yoksulluktan kurtulacaklarının hayalini yaşatıyordu. Bu hayal ona güç veriyor, çalışma azmini arttırıyordu.
Babasının, okulu bırakmasını istemesi çok koymuştu ona. Hiç sesini çıkartmadı. Başını öne eğip, eve girdi. Bir köşeye büzülüp uzun süre ağladı. Kitaplarını kucağına aldı, sevdi, okşadı. Gözyaşları kitaplarının üzerine damladı. Ama kararlıydı, babası istese de, istemese de okuyacaktı. Büyük adam olmayı kafasına koymuştu bir kez.
Oysa beraber okula gidip geldiği arkadaşları bu anın gelmesini dört gözle beklemişlerdi. Üçüncü sınıf biter bitmez, defteri kitabı bir kenara atmış, kimi babasının tarlasında çalışmaya, kimi de sahip oldukları keçilere, koyunlara, çobanlık yapmaya başlamıştı.
O gece hiç uyumadı Hasan. Gözünü kırpmadı. Kararlıydı okuyacaktı.
Tatil boyunca da içindeki okuma hırsını dışa vurmadan babasına yardım etti. Ormandan odun getirdi. Koyunları otlattı. Tarlada, bahçede çalıştı. Bir dediğini iki etmedi babasının.
Ufacık çelimsiz vücuduyla öyle işler yapıyordu ki babasını bile şaşırtıyordu. Sanki büyümüş de küçülmüş gibi, neredeyse evin tüm sorumluluğunu yüklenmiş gibi davranıyordu.
Onun bu şekilde çalışmasından babası çok memnundu. Eve katkıda bulunacak bir adam daha kazanmıştı. Zaten okuyup ta ne olacaktı ki. Okumak öyle kolay bir iş de değildi. Para isterdi. Hem de öyle az bir şey de değil. Askere gidip geldikten sonra da evlendirip, yuva sahibi yapmayı planlıyordu şimdiden.
Ama Hasan’ın fikri hiçte öyle değildi. Çok çalışmasının bir nedeni de babasının gözüne girmekti. Babasının kendisini sevdiğini biliyordu ama belki çok çalışırsa okuldan almaz diye düşünüyordu. Ancak babası kararlıydı.
Nihayet tatil bitti. Yaşı gelen çocuklar birinci sınıfa yazıldılar. Onlar seviniyorlardı. Hasan üzüntülüydü. Dördüncü sınıfa giden kimse yoktu. Hepsi okulu bırakmıştı. Daha doğrusu bıraktırılmışlardı. Bir kaç çocuk iki ve üçüncü sınıfa devam edecekti. Yeni yazılanlarla birlikte sayıları on kişiyi buluyordu.
Babasında ise bu konuda hiçbir olumlu hareket yoktu. Hasan anlamıştı ki artık bu konuda babasından destek gelmeyecekti. Başının çaresine bakacaktı.
Kitaplarını atmamış, saklamıştı.
Okulun açılmasına bir gün kala sabah Hasan’ı evde bulamadılar. Ne tarlaya ne de hayvanları otlatmaya gitmişti. Önceden hazırladığı çantasını alıp, evden ayrılmıştı. Evdekiler telaşa kapıldılar. Çocuğun başına bir şey gelmesinden korktular. Ama babası bir kaç günden beri şüpheleniyordu Hasan’ın düşünceli halinden. Kendi kendine bir şey yapmasından korkuyordu. Sonunda yapacağını yapmıştı yine.
Köylülerden birinin traktörünü alıp şehre doğru yola çıktı. Oğlunun gidebileceği yeri tahmin edebiliyordu. Hasan’ın gideceği tek yer vardı. Orası da okul.
Şehirde yatılı bölge okulu vardı. Doğruca oraya gitti babası. Evet, Hasan oradaydı. Eliyle koymuş gibi bulmuştu. Müdürün odasında oturmuş çay içiyordu.
Hasan, babasını görünce yüzü kıpkırmızı kesildi. Başını önüne eğdi. Babasının kendine kızacağını, kolundan tutup köye götüreceğini düşünüyordu.
Babası, müdürün odasına girince kendini tanıttı, Hasan’ın babası olduğunu söyledi.
Hasan daha önceden müdüre her şeyi anlatmıştı. Okumak istediğini ancak ailesinin karşı çıktığını, okula gönderilmezse başka şehirlere kaçıp gideceğini söylemişti.
Müdür babacan biriydi. Kısa boylu, saçları hafif dökülmüş, sevimli bir yüzü vardı. O da köylü çocuğuydu. Okumuş öğretmen olmuş, daha sonra da müdür olarak atanmıştı. Hasan gibileri iyi tanırdı. Aynı yollardan kendisi de geçmişti çünkü. Hasan’ın konuşmalarından tavrından zeki biri olduğunu anlamıştı. Binlerce çocuk geçip gitmişti elinden. Böyleleri az bulunurdu. Halen okulda okuyup da ite kaka sınıf geçenlerin sayısı az değildi.
Hasan karnelerini de yanında getirmişti. Hep pekiyi dolu olan karneleri inceleyen müdürün Hasan’a kanı kaynamış, ona sonuna kadar destek çıkmaya karar vermişti.
Hasan’ın babasına da bir çay söyledi. Baba – oğul, müdürün masasının önündeki koltuklarda karşılıklı çaylarını yudumlarken, müdür yan gözle süzdü ikisini.
Hasan, babasının yüzüne hiç bakmıyordu. Daha doğrusu bakamıyordu. Kızar diye korkuyordu. Çaylar bittikten sonra müdür, Hasan’a;
– Evladım sen, bizi biraz yalnız bırak. Dışarıdaki koltukta oturup bekleyebilirsin, dedi.
(Sürecek)
Trakya Demokrat Gazetesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.