O KUŞUN ADI LEYLEK
İnsan doğar, yürür, gelişir, ergenlik çağına erişir, orta yaşa gelir ve yavaş yavaş yaşlanır. Bu süreçte okula gider, okuma ve yazma öğrenir. Belirli bir kültür olgunluğuna erişince, meslek edinme ve yarınlarında söz sahibi olma güdüsüyle yüksek öğrenim kurumlarının bulunduğu büyükşehirlere gider. Becerisine, yeteneğine, istemine göre kişi ya bir doktor, mühendis, öğretmen, hukukçu ya da başka gruptan bir mesleğin sahibi olur.
Eğitimini yeteneğine, çalışmasına ve ailesinin desteğine göre kısa ya da uzun bir sürede tamamlar. Aile, öğrenime başladığı günden itibaren okulundan mezun oluncaya kadar geçen süreçte çocuğunun okul masraflarını karşılar, harçlığını verir; yemez, içmez desteğini kesmez, küsmez, kızmaz hiçbir zaman onların eğitimini sürdürmesine kol kanat germekten vazgeçmez. Paraya ihtiyaçları olduğunda, sıkıntı içinde olsalar bile hiçbir zaman “Paramız yok, sana para gönderemeyiz” demez.
Üniversiteyi bitirdikten sonra kişi mesleğiyle ilgili bir kurumda göreve başlar. Görevine başladığı yıllarda doğal olarak biyolojik, fizyolojik olarak gençtir. Düşünceleri, hayalleri, ideolojileri de gençtir. Zihnen yıpranmamış, yıpratılmamıştır. Olumsuzluk, kayırmacılık, itilmişlik darbesi henüz yememiştir. Ülkenin her karış toprağında şevkle çalışma hevesi, hizmet etme azmi vardır; yüreği de hizmet aşkı ile dolup taşmaktadır.
Genç, eğitimini ve öğrenimini tamamladıktan sonra veya bir zaman geçtikten sonra nişanlanır, evlenir. Bir süre sonra da çocukları olur. Genç babanın ve genç annenin işleri bundan sonra gün geçtikçe çoğalır, çocukları büyüdükçe masraf kapıları açıldıkça açılır; geçinme hayli zorlaşır. Tam bu noktada büyük babalar ve büyük anneler imdatlarına yetişerek çocuklarına destek olmaya çalışırlar. Büyük babalar ve büyük anneler görevlerini ifa etme sürecinde, sevinçleri de inanın doruklara ulaşır. Gözlerini de çocuklarının torunlarının gözlerinden ıramazlar (ayırmazlar) ve ellerinde avuçlarında ne varsa çocuklarının torunlarının yollarına harcamaktan kaçınmazlar.
Günler ayları, yıllar yılları kovalar ve zaman çabucak geçer gider. Kimse zamanın ne zaman geçtiğini anlamaz. Bu süreçte büyük babaların, büyük annelerin saçları ağarmaya, yüzlerindeki kırışıklar artmaya başlar, fiziksel biyolojik güçleri azalır. Kendilerine güvenleri azalır ama beklentileri çoğalır, toprağa bağlanma isteği de artar, çocuklarına torunlarına da bağımlılığı da artar. Bu olumsuz değişimin doğanın kuralı olduğunu bildikleri halde ebeveynler nedense yaşlandıkça düşüncelerinde, hal ve hareketlerinde olumsuz yönde bir değişim de başlar. Ama ömürleri boyu emeği geçenler üzerinde sevgi, saygı, empati ve beklentileri artar. Eğer ebeveynlerin beklentileri istedikleri yönde karşılanmazsa veya kendilerine üstten bakılırsa, yaşama sevinçlerini yavaş yavaş kaybolur ama yine de çocuklarının yollarını gözlemekten geri kalmazlar. Bu düşüncelerin anonim olduğu Hayati İnanç’ın dokunaklı yazılarından da rahatlıkla anlaşılmaktadır. İnanç’ın ifadesine göre çocuğunu özleyen ve görmek isteyen bir yaşlı baba oğluna:
“Beni yürüyüşe çıkar oğlum, hâlâ güçlü bacaklarım var; yanında yürümek için asla yaşlı hissetmeyeceğim…
Beni evine davet et oğlum.
Hiç olmazsa pazar günleri; bir öğle veya akşam yemeği için.
Sizinle birlikte ve tatmin olmuş hissetmek için.
Benimle sevgiyle konuş oğlum.
Sabırsız olma, sinirlenme; biz yaşlılar, pohpohlanmayı, gülümsemeyi, kucaklanmayı severiz, çocuklar gibiyiz…
Beni hayatından alma, benimle öfkeyle konuşma;
Hâlâ net bir zihnim var, hâlâ geçmişin hatıraları var…
Gel, beni evimde ziyaret et oğlum.
Senden bir şey istemem; sadece senin varlığın bana huzur veriyor. Hayatım boyunca sana aşkla bakmaya devam edeceğim.
Beni üzgün ve yalnız bırakma, bana yorgunum diye yat deme oğlum. Gözlerinin içine bakıyorum. Susma benimle konuş. Çok anlamlı cümleler kurmak zorunda değilsin. Sadece benimle konuş. Sesini hâlâ duyabiliyorken yanıma gel bekliyorum oğlum ‘’ der.
Yaşlı baba duygularında haklı… Bütün ebeveynler de aynı duygularla ve düşüncelerle, çocuklarının yollarını sabahtan akşama kadar gözler-dururlar. Birisi kapılarını çaldığında “Bizimkiler gelmiştir‘’ diye umutla kapıya koşarlar ama onların olmadığını görünce de üzülürler.
Diyelim ki bir zaman sonra ziyaretinize geldiler, doğruca oturma odasındaki eskiden de oturmuş olduğu koltuklara otururlar. Biraz sohbet ettikten sonra size ‘’Vaktimiz yok hemen gideceğiz‘’ diyerek zamanlarının olmadığını, işlerinin çok olduğunu söylerler veya hissettirirler. Ardından da hiç görmemiş gibi akıllı telefonlarına sarılıp vakitlerini ebeveynleri yerine, ellerindeki telefonlarıyla geçirirler. Eğer onlara “Bir lafın belini bükelim, hasbihal edelim” derseniz veya geçmişinizle ilgili anılarınızı anlatmaya kalkışırsanız, sizi dinler gibi yaparlar ama dinlemezler. Yemek yemek isterlerse yerler, yemek istemezlerse ısrar etseniz de yemezler. Biraz sonra “Gitmemiz gerek, işimiz var” diyerek sizlere veda ederler. Akılları sıra görevlerini yerine getirmenin mutluluğuyla yanınızdan ayrılırlar.
Siz günlerdir yollarını gözlediğiniz oğlunuzla, gelininizle, torununuzla konuşmak istediğinizde; konular eğer kendilerinin düşündükleri içerikte ve tarzda olmazsa, konuşmalarınız yanlarında fazla bir rağbet görmez. Ebeveynlere önerim: Onlarla suya sabuna dokunmadan sohbet ediniz; değilse görüşleriniz, düşünceleriniz ya da mantaliteniz güncelliğini yitirmiş bir öğe gibi yapayalnız kalır. Onların doğruları hep doğrudur; sizlerin doğruları ise onlara göre yanlıştır. Elbette ebeveynler olarak bizler de sütten çıkmış “ak kaşık” değiliz. Mutlaka yanlışlarımız, kusurlarımız vardır ama çocuklarımızın bizlerin yapmış olduğu hataları güler yüzle ve sabırla karşılayarak incitmeden düzeltmeleri, kucaklamaları gerekir.İşte ben bu konuda ebeveynlere sevdiklerinizle yüz göz olmamanız için “Sevilmeyi bekleme sonra üzülürsün, Sev seve bildiğin kadar kendini mutlu edesin’’ diyorum.
Gelin size bu duygularla, beklentilerle örtüşen “baba ile oğul arasında geçen bir leylek hikayesinden” söz edeyim: ’Bir gün baba ile oğul tarlaya çift sürmeye giderler. Çocuk hayatında ilk kez koca kanatlı bir kuş görür ve babasına: “Havada uçan şu kuşun adı ne baba?” diye sorar. Babası da oğluna ‘’O kuşun adı leylek, oğlum’’ der. Çocuk biraz sonra sorduğu soruyu unutur babasına yeniden aynı soruyu sorar. Babası “O kuşun adı leylek, oğlum ‘’der. Çocuk bu ya, unutur ve aynı soruyu babasına bir daha sorar. O da “Leylek oğlum” der. Çocuk akşam evlerine geri dönünceye kadar aynı soruyu tekrar tekrar sorar. Babası da oğluna her defasında kızmadan “O kuşun adı ‘leylek’ oğlum” der. Zaman geçer, çocuğu büyür, yetişir ve koca adam olur. Baba oğul aynı tarlaya çift sürmeye gider. Çocuk yıllar geçtiği için babasına çocuk yaşındaki sorduğu soruyu unutur. Bu kez babası oğluna: “‘Oğlum, havada uçan şu kuşun adı ne?‘’ diye sorar. Oğul da babasına: “Baba, onun adı leylek’’ diye cevap verir. Baba birkaç dakika sonra oğluna yeniden: ‘’Havada uçan kuşun adı ne oğlum?’’ diye sorar. Oğul babasına: ‘’Baba bir az önce sana ‘leylek’ demiştim ya ‘’diyerek sert bir üslupla, kızarak ve azarlayarak cevap verir. Baba oğluna: “Oğlum bu soruyu bana yıllar önce sen hatta bu tarlada defalarca sormuştun, ben de her defasında sana kızmadan, sinirlenmeden, ‘O kuş leylek oğlum’ diye cevap vermiştim. Sen aynı olgunluğu bana gösteremedin’’ der ve baba üzülür. Babalardaki olgunluk ve anlayış nire?, çocuklardaki anlayış nire?
Oysa çocukları bilmezler ki, ‘’Dünyada baba gibi, anne gibi karşılık beklemeyen ne bir arkadaş, ne bir dost, ne de bir yar bulunur’’. Dediğimizi onlarda birgün anlarlar ama o zaman da vakit geçmiş olur Ne diyelim, Allah, çocuklarımızın ve torunlarımızın ömürlerini uzun etsin eksikliklerini göstermesin.
Trakya Demokrat Gazetesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.